İstanbul...
Hayatımın en huzurlu anı şüphesiz ki senden ebediyen kurtulduğumu bildiğim an olacak. Ruhumu karanlıklar basıyor adeta seninle geçirdiğim her saniyede. Kolay da değil benim içim sana katlanmak. Hayatın zaten anlamsız olan koşuşturması senin sokaklarında akıl almaz bir hâl alıyor. Yürüyemiyorum sokaklarında ve zevk alamıyorum denizinden. Her köşen bana biraz daha bıkkınlık getiriyor sadece. Pek kıymetli eğitimime lanet ediyorum. Şimdiki aklım olsa tanışır mıydım seninle? Hiç zannetmem.
Araba kullanmak çok rahatlatır aslında beni. Bunu İstanbul'da yapacağımı yalnızca tasavvur etmek bile beni derinden yaralıyor. Bu kadar sinirli bir adam olmam da payın büyük İstanbul. Küçük ama güzel bir şehirde büyümüştüm halbuki. Sen ise korkunç derecede çirkinsin. Bu süsünün, makyajının altında rezil bir fahişeden fazlası değilsin.
Türkiye'nin merkezi diyorlar sana. Doğrudur. Bu karanlık memleketin hayata en ağır derece sirayet eden, en rezil odak noktasısın. Sana hayran olanlar var ya; beş kuruşluk akılları yok onların. Azıcık duyularını açan insan görecektir çarpıklığını, duyacaktır rezil gürültünü ve koklayacaktır tükenmişliğini. Yalnızca tramvayda, otobüste, kaldırımda geçecek on dakika kafidir özümsemek için bunları. Sahi on dakika sessiz sakin düşünen insan bile yok içinde. Unutmuşum, mazur gör.
İçinde barındırdığin insanlar... Bir de onlar var İstanbul. Hayatın rezil karmaşasına düşmüş insanların var. Sabahtan akşama kadar düşünmeksizin koşuşturan o düşük varlıklar. Biliyorum, bu hâlinden dahi zevk alacak kadar zavallılar. Batı ve Doğu kültürünün en kabul edilemeyecek özelliklerini bir arada barındıran seni, baştacı yaparlar. Hayat, onlar için yavan, sığ bir koşuşturmaca. Ondan severler seni.
Her yanın kokuşmuş yine İstanbul. Sokakta binlerce avare ve Boğaz'da binlerce züppe... Ne yapıyoruz biz diyen de yok kimse. Nasıl lanet bir yersen bilmiyorum, perde indiriyorsun gözlere. Dünya'nın en büyük tımarhanesi gibi adeta. Sanmam ki Yahya Kemal'in dizeleri bu haline yazılmış. Bugünki halinle seni seven insan, insanlıktan çoktan çıkmış.
Tevfik Fikret'in gözünden görüyorum seni İstanbul. Tüm o ışıl ışıl görüntünün altında yatan dipsiz karanlığını görüyorum. İçindeki bütün her şeyle beraber ağır bir sisin altındasın. Doğan güneş de fayda etmez sana, yağan kar da.
Kar demişken hazır, birkaç sözüm de o haline. Kar bile tutunamıyor artık sende, çamur halini alıyor. Milyonlarca insan müsvettesinin ayakları altında pisliğe dönüşüyor. Yağmur yağdı mı gözleri parlayan ben, senin yağmurundan dahi nefret duyuyorum. Yağmur, zarif bir hüznün sembolüydü benim için; ama senden geldi mi öfke kusuyorum artık. Trafik, sıkkınlık ve beni boğan kalabalık.
Eğlencelerin İstanbul... Korkunç gürültüden, tiksinç kalabılıktan ibaret eğlencelerin... İki dakika dahi huzuru barındıramazsın içinde. Göğe baktığım vakit yıldızları göremem. Sokaklarında, onca varlığa karşın insan göremem. Ruhumu hasta ettin, kurtulmam lazım senden. Yoruyorsun beni İstanbul. Bütün içindekilerle beraber üstüme üstüme geliyorsun.
İçinde geçen anılar... Al, onları da İstanbul. Onlardan da bana yok bir kâr. Hepsi senin olsun. Yeter ki kurtulayım artık senden. İçinde ne kadar rezalet varsa, benim anılarımı da onlara kat ve defol hayatımdan! Ne ben sende bir iz bırakayım, ne sen bende bir iz bırak! Kurtulduğum vakit senden, arkamı bir kez dönersem, acıma beni de yak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder