26 Aralık 2014 Cuma

BAUDELAIRE DUASI

''Ulu Tanrım, izin verin, birkaç güzel dize yaratayım da insanların en aşağılığı olmadığımı, hor gördüklerimden aşağı olmadığımı kanıtlayabileyim kendime.''
PARİS SIKINTISI-CHARLES BAUDELAIRE

LACİVERTİN ARDINDA


Hakim olmuş lacivert, göklere kış gecesi
Görmüştür enfes resmi insanların nicesi
Senfoninin devamı yıldızlar ve dalgalar
Her notanın altında sessiz hürriyet yatar
Bırakırım kendimi yapraksız ağaçlara
Sızlamaz olur bir an umuttan kalmış yara
Kapalı gözlerimin ardında o malum ses
Yalanlar dünyasına dair yok bende heves
O hafif hafif esen rüzgar taşır belki de
Kim bilir neler olur, karanlık çöken yerde
Düşünmeli ve düşünmeli, insan denilen varlık
Yetmez mi artık dostum, bunca akılsavarlık
Sürünecek irade, yaşatamaz hezeyan
O'dur çünkü bizlere hayal satan şarlatan
Attım artık üstümden bu kepaze örtüyü
Susturdum iradeden kopan aç gürültüyü
Anılarım akıyor denize azar azar
Hatrımdaki insanlar uzak yıldızlar kadar
Ne mükemmel bir uyum bu: her şey ve hiçbir şey
Eski dostlar kavuştu, bekledim bunu epey
Kaybolur orospular, o gereksiz arzular
Laciverte sığınır bütün dünyada esrar
Nafile çabaların, mutluluk koca yalan
Hafiflemek gibiydi, sahilde geçen bir an
O denli yükseldim ki inmek öldürür beni
Aşağılık varlıklar yakar bu kutsal teni
Onlar ki, mezarları bile lağım çukuru
Akılları pek soğuk, renksiz, katı ve kuru
Sana deli diyecek, utanmadan bu leşler
Ve bizler güleceğiz, ne garip keşmekeşler
Yazgını yaşa yalnız, gerisi hep hikaye
Alnımızın akıdır her şeyden üstün paye

25 Aralık 2014 Perşembe

DELİLERİN ŞİİRİ V


Kulağıma her gece uğrayan o fısıltı
Ruhuma tırmanmaya çalışan bir karaltı
Alevlerde yanıyor, düşmanı yakmak için
Kendimle bu harbim yamandır ama niçin?
Mutluluk mu arıyor yoksa talihsiz ruhum?
Ne kadar acınası, gülünecek bir durum
Yok edeceğim seni, beni kaybetsem bile
Koşarım da toprağa, ardından güle güle

24 Aralık 2014 Çarşamba

TAM ÖZGÜRLÜK MÜMKÜN MÜDÜR?

''Özgürlük'' bu günlerde dikkatle kullanılması gereken bir kavram. ''İstediğimiz her şeyi yapabilmek'' ya da ''istemediğimiz hiçbir şeyi yapmamak'' gibi sığ açıklamalarla önümüze sunulan özgürlük aslında nedir? Ona gerçek manada ulaşabilmemiz mümkün mü? Özgürlük fiziksel olarak açıklanabilir mi? 

 Yıllardır üstüne konuşulan önemli bir konunun derinliğine doğru yola çıkıyoruz. Bu yolculukta ilk keşfetmemiz gereken şey ''zaman'' kavramı; hemen ardından da ''mekan'' kavramını düşünmemiz gerekiyor. İnsan olarak bu kavramlara hakim olmamız şu ana kadar mümkün olmadı. Herhangi bir zaman diliminin içinde ve herhangi bir mekanda bulunmak durumundayız. Tabii ki mekanınızı değiştirebildiğiniz ve buna hakim olduğunuz düşüncesi aklınıza geliverdi ama bahsettiğim şey bundan ibaret değil. Mekan kavramına hakim olabilmemiz için seçtiğimiz bir yerde olmamız kesinlikle yeterli değildir ki bunu bile yapabildiğimizi tam olarak söyleyemeyiz. Bizim bu iki kavrama karşı olan aciziyetimiz başlıktaki sorunun cevabını hiç zorlanmadan bulmamızı sağladı. Hayır, tam bir özgürlükten bahsetmemiz mümkün değil!  Biraz daha somut düşünürsek özgürlüğü bir skala olarak ele alabiliriz ve ne yazık ki bu skaladaki değerimizin maksimum seviyeye ulaşması şu an için imkansız. 

 Zamanı hayal ederken mevcut bilgilerimizle aklımıza geometrik terimiyle doğrunun gelmesi çok normal bir durum. Uzun yıllardır kitaplarımızda, çevremizde kronolojik bir doğru görüp duruyoruz ve ''zaman'' kavramını böylece somutlaştırma çabası içine giriyoruz. Zaman, hayatımızı kolaylaştırmak için uydurduğumuz bir kavramdan fazlasını ifade etmiyor ve bu döngüden sıyrılmayı henüz başarmış değiliz. Zamanın akıp akmadığı, varlığı ya da yokluğu bizim için hala bir muamma. Uzun yıllardır fizikçiler, filozoflar belki de en çok bu kavram üzerine yoğunlaştılar ancak hala ona hükmedebilmiş değiliz. Doğru olarak düşündüğümüz zaman birçok teoriye göre sonsuz sayıda doğrudan oluşuyor. Şayet bu doğrulardan birbirine zıplasak ya da doğrunun üstündeki yerimizi değiştirsek bile yine de ona hükmedemeyiz. Somut olarak ifade etmek gerekirse zamana hükmedebilmek için onu bir nokta olarak görmemiz gerekiyor. Bu da inanç sistemlerimizde Tanrı'ya atfettiğimiz özellik zaten. 

 Mekan kavramı ise fiziksel olarak bulunduğumuz yeri işaret ediyor. Hiçbir yerde bulunmamak veya her yerde aynı an içinde bulunabilmek gibi becerilerimiz bulunmuyor ki bu da aynı şekilde Tanrı'ya atfettiğimiz bir özellik olarak göze çarpıyor. Bu konudaki çaresizliğimiz de gözler önünde. Dolayısıyla bu iki kavramı kendi özgürlük skalamızdan çıkarmak yerine onlara karşı olan zaafımız nedeniyle puanlama sistemimize en yüksek nottan başlayamayız. Basit bir örnek olarak düşünürsek eğer; girdiğimiz bir sınavda iki sorumuz boş ve tam puan alabilme ihtimalimizi tartışıyoruz demek oluyor bu.

 Peki, özgürlüğümüzü kısıtlayan ve skaladaki değerimizi düşüren diğer etkenler neler? Buradan sonrası elimizde olan şeylerden oluşuyor. Gündelik hayata dair olan çabalarımız, arzularımız, toplum hayatı, çevremizdeki insanlar gibi etmenler mahkumiyetimizi daha üst seviyeye çıkarıyorlar. Toplum hayatında yaşadığımız her şey çok büyük bir ilüzyondan ibaret ve bu hayatın içinde yaşanılanlar, söylenenler tutsaklığımızı tetikliyorlar. Yani parası olan, istediği şeyleri yapabilen ve aynı zamanda sosyal yaşamda forsu olan bir insan, hapishanedeki bir mahkumdan daha az özgür olabilir. Zira özgürlük fiziksel olarak açıklanamayacak bir kavramdır. Tamamen düşünseldir ve Schopenhauer'in ''irade'' olarak tanımladığı şeyin ölümüyle gerçekleşebilir. Yani ona hizmet etmeyi bırakmalı; tüm arzularımızdan, hayatımıza dair olan kaygılarımızdan vazgeçmeliyiz. Zira arzular asla doyurulamazlar. ''İrade''yi tatmin etmek asla mümkün olmayacaktır, dolayısıyla insan bu ''irade''nin tutsağı durumuna düşecektir. 

YALNIZLIK, MUTLULUK VE ÖZGÜRLÜK

 Yalnızlık özgürlüğe atılan ilk adımdır. Çevrenin etkilerinden kendini sıyıramayan bir insanın özgür olduğunu söylemek tamamen saçmalıktan ibarettir. Hatta insan özgür olmak için kendisinden de kurtulmalıdır ve saf akıl etkisiyle düşünmeye başlamalıdır. Zaman ve mekan hariç her şeyden kurtulabilme yetisine sahibiz, bunu da kullanmamız gerekir. Örneğin birini sevmek, bir amaca bağlanmak, cinsel arzulara hizmet etmek, ölüm korkusu yaşamak ya da mutlu olmaya çalışmak özgürlüğünüzü kısıtlayacaktır. Farkındalık, kabullenme ve düşünme sizi özgürlüğe taşıyabilecek basamaklardır. Skalada yükselebilmeniz bu adımları atmanıza bağlıdır. Özgür olmak bir anlamda hafiflemek ve yükselmektir. Rahat bir yol olmadığı gibi başarılması günümüz şartlarında oldukça zordur ancak sonu olmayan bir rahatlama olarak da yalnızca bunu görebiliriz. 

 Ayrıca özgürlüğün ''alınması'' ya da ''verilmesi'' gibi komik ifadeler en başta bahsettiğim gibi kavramın yanlış tanınmasından dolayı çıkmışlardır. Özgürlük alınamaz ya da verilemez; yalnızca ona ulaşmaya çalışılabilir. Bu yanlış ifadeler nedeniyle özgürlüğün mutluluk için bir basamak olduğu yanılsaması da olmakta. Halbuki özgürlük üstünlüğe atılan bir adımdır ve mutluluk onu engelleyecek şekilde ''irade''nin ihtiyacıdır.

...

15 Aralık 2014 Pazartesi

DÖRT MEVSİM I-İlkbahar

Açmıştı ufacık bir filiz gündoğumunda
İlkbahardan gelmekte olan şen şakrak seda
Almış bütün evleri etkisine derinden
Bu ziyaret ruhları temizliyor fiilen
Küçük çığlıklar taşar hanelerden bu mevsim
Büyüler her insanı karşısındaki resim
Sevginin tercümanı, arınmış bir harmoni
Titretir yürekleri kusursuzca senfoni
Gerçekten aşk sezilir, enfes doğa anadan
Kudretli rüzgârlar da şefkatle eser o an
Küçük kanatlarını umursuzca kelebek
Çırpar yükselmek için, işte aziz bir emek
Çiçeklerin ahengi ve masalımsı ezgi
Raksta bu uyumla ufuktaki hoş çizgi
Çarkın durdurulamaz devirleri dönmekte
Kışın bitmek bilmeyen kederleri sönmekte
Yine akar ırmaktan işkencesi bol umut
Serin bir ateş kadar imkansiz olan hudut
Uzaklarda görülse de çaredir mucize
Tekrar tekrar okunur inanca dair dize
Bilinçten yoksun halde mutluluk taşır bahar
Bir anlık unutuşla dumansız ateş yanar
Sonraları gelecek kahpe, doyumsuz özlem
Bilinmez gibi duran, eski tanıdık elem
Bütün bunlara rağmen dalından sarkan kiraz
Saf bir hayal olur ve kapıda beklenen yaz
Hazır değilken filiz, başlar zalim döngü
Toplu birliğe karşı elinde yalnız süngü
Habersiz olacaktan zavallı küçük patik
İlkbaharın kucağı bırakır onu yitik
Oyunların tanımsız lezzeti damağında 
Uyku henüz sorgusuz gelmekte yatağında
Dört mevsimden kalmakta olan en büyük veda

10 Aralık 2014 Çarşamba

TOPLUMA ENTEGRE OLMAMAK

 Yazının başlığını okuduğunuz anda bu yazının topluma entegre olmak istemeyen veya topluma entegre olamamış insanlara yönelik bir eleştiri olduğunu düşündünüz çünkü yıllardır aklınıza yerleştirilen senaryo sizi bu yönde düşünmeye itti.

 Seneler boyunca insanın tanımı gereği sosyal bir varlık olduğunu söyleyerek toplum içinde uyumla yaşamanın insanlar için ne kadar önemli bir hale getirildiği açık şekilde ortada. Peki ya çevremizdeki insanlar veya toplumsal ilişkilerimiz bizi geriye götüren ayak bağlarından ibaretse ne yapmalıyız? 

 Söylenildiği gibi topluma entegre olmak bize doğru bakış açısı kazandıracak veya bizi ileriye yönlendirecek bir yaklaşım değildir. Bir insanın toplumdan aldığı ne kadar fazla özellik varsa ve ne kadarını yaşamına yansıtıyorsa, insanın düşünme sistemi o denli zayıf olacaktır. Yani günümüz toplumuna entegre olmuş insanlar bizi derinliği olan, anlamlı bir yaşamdan uzak tutan önemli etkenlerdendir. 

 Günümüz toplumunun en büyük özelliği; boş, anlamsız bir yaşam stilini insanlara değişik yollarla benimsetiyor oluşudur. Başarı kavramı dahi insanın aslında değersiz birtakım özelliklere sahip olması kadar sığ bir alana sıkıştırılmıştır. Düşünmekten, sorgulamaktan ve aramaktan kaçınan insanların en büyük amaçları; aslında değer arz etmeyen hayatlarını belli kalıplarla kurtarma çabalarıdır. Toplumun onlara dikte ettiği şekliyle kanıksadıkları birtakım sosyal kuralsızlıklar, manasız ilişkiler, düşünmekten uzak hayat stilleri vaziyetin içler acısı olduğunu her gün bizlere gösteriyor.

 Özgürlük kavramı altında yaşanılan manasızlık silsilesi, toplumun kaçmamız gereken bir leşten fazlası olmadığını kanıtlar nitelikte. Topluma kazandırılmış her bir birey aslında "kayıp birey" statüsüne geçiyor. Düşünme yetisi gittikçe azalırken, yozlaşmış toplumsal kurallarla beraber çirkin ve kesinlikle işe yaramaz bireylerin sayısı her gün artıyor. 

 Ne yazık ki çoğunluğun bu acı durumu kabullenmesi sonucunda, hayatına her bakımdan mana katmak isteyen sağlıklı insanlar ya bunalımlarla beraber arada kalıyorlar, ya da topluma entegre olmayı reddederek deli gibi görülüyorlar. Çoğunluğun bir durumu doğru görmesi yargıyı herhangi bir şekliyle mantıklı kılmıyor.

 Şahsen defalarca topluma tam olarak olmasa da entegre olmaya çalışmama karşın bu denemelerimin hepsi başarısızlığa uğradı. Kimi zaman çoğunluk olduklarından ötürü benim yanlış olduğuma dair ikna çabalarını yaşadım ve ne yazık ki bazen bu fikre kendimi kaptırdım. Ancak geniş bir pencereden baktığımızda, içten içe topluma karşı duyduğum tiksinti beni bu denemelerimde asıl başarısızlığa uğratan ana unsurdu.

 Arada kalıp çok zor duruma düşen insanlardan biri olarak, kimi zaman duygusal bir bağla ya da çevremdeki insanlarla bu çirkin halkanın parçası olmaya çalıştım. Ne yazık ki bugüne geldiğimde boş insanlarla geçirilmiş boş dakikalar görüyorum. Çok büyük bir yaraya yama olarak kullandığımız bu insanların her biri, yarayı daha da derinleştirmekte. 

 Bu vaziyette asıl problemin bilgisizlik ya da aptallık olduğunu söylemek de pek kolay değil. Medeniyet adı altında gerçekleşen tüm bu anlamsız maskarılığın temel sebebi sakat bir düşünme biçimini benimsemiş insanlardan kaynaklanıyor. Duygusal ilişkilerinden, hayat tarzlarına kadar her şeyi basit bir mutluluk kaynağından öte göremeyen zavallıların duygusal ve düşünsel dünyaları da sakat doğmuş diyebiliriz. 

 Tüm bu karanlığın içinde arada kalan ve kendini toplumdan soyutlayamayan insanların durumu asıl çözüm bulunması gereken sorun. Ana çözüm olarak ise kökten bir soyutlama haricinde bir şeyi konuşmak çok ütopik olacaktır. Çevremizdeki birçok insan, yalnızca bize zarar veren parazitlerden ibaret. Asla sizi haksızmışsınız gibi hissettirmelerine izin vermeyin. Toplumdan ne kadar çok sakınırsanız o kadar değerli bir insan olacağınızı söylemek çok da yanlış değil. Bu basitlik okyanusunda kendinize ufak bir ada kurup orada yaşamaktan asla korkmayın. Zaman zaman bu adaların birleştiğini ve birazcık da olsa ferahladığınızı hissedebilirsiniz. Rabelais'in de dediği gibi: "Eğer hiç aptal görmek istemiyorsanız, gözlüklerinizi kırın." 

 Tüm bu yazının özüne geldiğimizde, söyleyebileceğimiz en önemli şey: Topluma entegre olmaya çalışmayın. Bize anlattıklarının tersine bu hiç de iyi bir şey değil. Doğal gibi gösterdikleri şeyleri doğal olarak kabul etmeyin ya da size güzel gösterdikleri şeyleri sürekli sorgulayın. Çok büyük bir yalanı yaşayan çok büyük bir kitleyle karşı karşıyasınız. Hepimize bol şans!

8 Aralık 2014 Pazartesi

GERÇEK

Efendim sakın bana hayal, rüya satmayın
Atın sonsuz gerçekten, acıysa da bir yığın
Gözlerimi kapamam, yoldaştır bütün alem
Sanırım ki sevaptır çekilen kutsal elem
Bak şu kör insanlara, mil çekmiş ahir zaman
Görürüz sanmaktalar, budur en büyük yalan
Bir ömrü harcamakta densiz, bomboş ve yitik
Bizim hayatlar meze, işte böyle bu gençlik


GELME

 "Gelme" diyorum ama geleceksin, biliyorum. Çok ayıp edersin eğer öyle gizli saklı gelirsen. Bir akşam vakti hiç çaktırmadan, hissettirmeden uğrarsan aklıma. Sözümü bir defa dinlemene ihtiyacım var zaten. Buna kulağını tıkama sakın, şimdilik bir zarar çıkmaz benden.

 Boşuna konuşmuyorum, bildiğim şeyler var elbet. Yeni bir harabe inşaa edip de gölgesinde yaşamak mı güzel ilelebet? Ben pek güçlü bir adam değilimdir. Bilmiyorsun tabii bu vakit. Önceleri çok esrarlı ama güzel bir bilmece gibi gelecek sana ve hoşuna gidecek bu vaziyet. İçine girdikçe kaybolacaksın, cehennem olacak sana hayali cennet. Ben de kaptırıp gidersem belki yuvarlanırız bir yokuştan. Ondan dolayı baştan söylüyorum gelmemen gerektiğini. Yeni harabeler yaratmanın ne manası var? Sonra bir başımıza kalacağız gecenin koynunda, yağmurların ortasında. Dolunay vaktinde çok güzel görünen canavar gibi. Yiyip de bitirebilir her an bizi.

 Aslında ölümle alakalı çok bir korkum yok ama birisinin ölümünü izlemek pek kolay değil. Bir de ölmeyip de ölmüş gibi olmak var. Azabın varlığına canlı bir delil. Nelerden kaçındığımı anlıyorsun umarım. Belki gelmeni de istiyordur saçma sapan bir yanım. İzin vermeyeceğim, izin vermemem lazım. 

 Ben yirmi yıldır yaşıyorum ama halen ayak uydurabilmiş değilim tam olarak. Dalgalanmakta başımda bana mahsus bir bayrak. Sizlerden pek bir şey anlamış değilim ve sanırım anlamaya da niyetim yok. Kalbim biraz daha acı kaldıramayacak kadar elemli ve tok. 

 Şimdi sana gelme diyeceğim son kez. İşin acı yanı yine de gelecek olman. Hiç söz dinlediğinizi görmüş değilim çünkü. Ve ne yazık ki geldiğin an, ben bunları okumayacağım sana. İşte o yüzden sınırdaki durum müstehak olacak bana. 

6 Aralık 2014 Cumartesi

Bırak Olsun

Neden rüzgâra karşı koşuyorsun?
Süzen ışık evimin camından
Son bir umut demeti gibi
Kucağıma düşen yukarıdan
Bırak, olsun
Zorlama daha fazla
Yağacak üç beş damla üstümüze
Boşuna kaçıyorsun
Aşkını simsiyah örtüye
Müziğini sıcacık gönlüne
Vurup şiirlere ruhunu
Bırak, olsun
Kaplasa arşı kızıl alev
Yer yarılsa ta kökünden
Parçalasa içini derinden
Biliyorum, sıcakta donuyorsun
Yalnızlığınla büyüyorsun
Aç kendini baharlara
Bırak, olsun

5 Aralık 2014 Cuma

Delilerin Şiiri IV

Tiksinmekteyim senden, yoğun puslu İstanbul
Kurban diye kendine, benden başkasını bul
Titrek ışıklarınla bir cehennem gibisin 
Akmakta mı makyajın, biraz sersem gibisin
Salpalanmakta mısın yoksa güzel fahişe
Yetmez mi oldu artık, içindeki o neşe
Kaplamakta bu sisler, Boğaz artık karanlık
Rüzgârlar bundan böyle esmesin ılık ılık
Düşmekte çirkin masken, geçtikçe her saniye
Her semtin pek anlamsız, karmaşanda yok gaye
Azabı yaşadıkça, aklıma gelir adın
Tüketmekte hoyratça sevincini yaşamın

Boşlukta boş adamlar, benzemek istemem hiç
Doldur boş kadehleri, sabahlara kadar iç
Düşünmeyi iç gece, ızdırap bitmez diye
İstanbul'a bırakıp acıyı her saniye

Yirmi yıl önce bugün, talihsiz vaka oldu
Eski masum ruhuma çekilmez azap doldu









Delilerin Şiiri III

Atın üstüme sonsuz, sessiz yığıntıları
Yaprakları bahardan çalın, atın sapsarı
Ve tek karanfil koyun ortasına mezarın
Annem kalsın başımda, gelmesin kimse sakın
Bunca yalan içinde gidişim olsun gerçek
Gölgelemesin kimse, benden kalan son dilek

Denizler alev aldı, huzur andı yanmakta
İnsan aptaldır biraz, her oyuna kanmakta
Adaletsiz dünyayı adaletli sanmakta
Haketmeyen her kimse, her birini anmakta

Ne kadar acı varsa bulur güzel insanı
Bizden geriye kalan birkaç lüzumsuz anı
Her çektiğim nefeste kaçar ruh uzaklara
Ben de gitmek isterim ruhumun peşi sıra
Kuvvetim tükenmekte, yollara çıkmam artık
Çıkışlar kapanmakta, halimize pek yazık

Sağanak yağmur vakti, elde yırtık şemsiye
Avucumuzdan yele kapılan her saniye
Zavallı telaşımız yetmezken hiç gücümüz
Sürekli tekrar eden felaket tellalı güz
Bütün insanlık sonsuz uykuya yatmışçasına
Yardıma gelen olmaz, ağlasan yana yana
Dünya utanmadan da dönüyor mu bu vakit
Ben her gece ağlarım, gülmekte bir sürü it

Çok yoruldum, bunaldım geçtikçe şu geceler
An başı eksik olmaz yaşlı ruhumdan keder
Pişmanlığım doğmaktan, çarem yalnız ölmekten
Sümbüller fırlatırım, tükenmişken yorgun ben



















2 Aralık 2014 Salı

Delilerin Şiiri II

Karlı bir kış sabahı girdim eski kapıdan
Raksa kalktı göklerde, iki melek ve şeytan
Altın kalemlerinden damlayan mürekkebi
Yalayıp yutuverdi, ak sakallı Çelebi
İşte o günden beri, kayıplarda dost güneş
Senelerce geçmeyen gece, kıyamete eş
Yudum yudum notalar karışırken ışığa
Süzmenin ortasında bakarım karanlığa
Öldüğüm vakit asla istemem süslü mezar
Hatta gelmenizi de istemem, gönlüm kanar
Basit merasim dahi yüzsüzce bir telafi
Titreyerek sigara yaksanız olur kâfi

Şimdi ölü bir şair olmak istemez miydin?
Zamanın rüzgarında uçmalı dizelerin
Bedenin toprak olmuş, sancısız kışa benzer
Uçmuş gitmiş dertlerin denizden birer birer
Şehvet damlalarından kalan bir dem manzume
İster gitsin cennete, isterse cehenneme 
Huzur ile yol almış meçhuller limanından
Damağında yok tadı, acıdan ona kalan

Bu hayat dediğiniz tekrar eden hikaye
Her an başka beklerken, zehir kalır geriye
Girdiğimiz, sonucu malum bu kaçıncı harp
Güneşe haber edin, doğacağı yöndür garp

Bir an bile geçmemiş gibi keder yolundan
Vücudundan akacak damarındaki son kan
Yıkayıp koydukları vakit değersiz seni
Fısıldayacakları anlamsız, garip ninni
Bağıracaksın bana, yardım dilenmek için
Donuk bakışlar eşlik edecek, gözümde kin

Güzel adamlar göçtü başımızın üstünden
Ve güzel kadınlardan bahsettik, bilmem neden
Boyadığı gözleri, yapma bakışlarıyla
Söylediği kaçıncı yalandır bu, ne ala
Pişman olup, kolumu attığım hazin vakte
Dönmek isterim sonsuz huzur bahşeden pakte

Sorsak size hepiniz günahsız Meryem gibi
Lakin göklere çıksak, yer cehennemin dibi
Orada taklit etmek yazıktır ki işlemez
Vasatlıktan yanacak bugün gülen çömez
Eşlik ederim ben de kızılca kıyamete
En büyük günahlarım biterken bu davette

Bakın, burada hepsi, yitik orospuların
Yüzlerinden akmakta olan kahpelik yalın
Beş kuruş etmeyecek dünyanın rezil sonu
O denli değersizce geldi ağıdın tonu
Ve siz sakin seyirci bozmaları, ağlayın
Çünkü sonumuz en az dün kadar aç ve yakın
Boşuna beklemeyin zamandan bir merhamet
Geçen her saniyeden düşmez sizlere medet

Şefkatli gecelere sarılın ve uyuyun
Hiddetli bir zamanda yalnız rüzgârı duyun

Karlı bir kış sabahı girdim eski kapıdan
Yağmurla gideceğim, temizlensin diye kan