26 Aralık 2014 Cuma

BAUDELAIRE DUASI

''Ulu Tanrım, izin verin, birkaç güzel dize yaratayım da insanların en aşağılığı olmadığımı, hor gördüklerimden aşağı olmadığımı kanıtlayabileyim kendime.''
PARİS SIKINTISI-CHARLES BAUDELAIRE

LACİVERTİN ARDINDA


Hakim olmuş lacivert, göklere kış gecesi
Görmüştür enfes resmi insanların nicesi
Senfoninin devamı yıldızlar ve dalgalar
Her notanın altında sessiz hürriyet yatar
Bırakırım kendimi yapraksız ağaçlara
Sızlamaz olur bir an umuttan kalmış yara
Kapalı gözlerimin ardında o malum ses
Yalanlar dünyasına dair yok bende heves
O hafif hafif esen rüzgar taşır belki de
Kim bilir neler olur, karanlık çöken yerde
Düşünmeli ve düşünmeli, insan denilen varlık
Yetmez mi artık dostum, bunca akılsavarlık
Sürünecek irade, yaşatamaz hezeyan
O'dur çünkü bizlere hayal satan şarlatan
Attım artık üstümden bu kepaze örtüyü
Susturdum iradeden kopan aç gürültüyü
Anılarım akıyor denize azar azar
Hatrımdaki insanlar uzak yıldızlar kadar
Ne mükemmel bir uyum bu: her şey ve hiçbir şey
Eski dostlar kavuştu, bekledim bunu epey
Kaybolur orospular, o gereksiz arzular
Laciverte sığınır bütün dünyada esrar
Nafile çabaların, mutluluk koca yalan
Hafiflemek gibiydi, sahilde geçen bir an
O denli yükseldim ki inmek öldürür beni
Aşağılık varlıklar yakar bu kutsal teni
Onlar ki, mezarları bile lağım çukuru
Akılları pek soğuk, renksiz, katı ve kuru
Sana deli diyecek, utanmadan bu leşler
Ve bizler güleceğiz, ne garip keşmekeşler
Yazgını yaşa yalnız, gerisi hep hikaye
Alnımızın akıdır her şeyden üstün paye

25 Aralık 2014 Perşembe

DELİLERİN ŞİİRİ V


Kulağıma her gece uğrayan o fısıltı
Ruhuma tırmanmaya çalışan bir karaltı
Alevlerde yanıyor, düşmanı yakmak için
Kendimle bu harbim yamandır ama niçin?
Mutluluk mu arıyor yoksa talihsiz ruhum?
Ne kadar acınası, gülünecek bir durum
Yok edeceğim seni, beni kaybetsem bile
Koşarım da toprağa, ardından güle güle

24 Aralık 2014 Çarşamba

TAM ÖZGÜRLÜK MÜMKÜN MÜDÜR?

''Özgürlük'' bu günlerde dikkatle kullanılması gereken bir kavram. ''İstediğimiz her şeyi yapabilmek'' ya da ''istemediğimiz hiçbir şeyi yapmamak'' gibi sığ açıklamalarla önümüze sunulan özgürlük aslında nedir? Ona gerçek manada ulaşabilmemiz mümkün mü? Özgürlük fiziksel olarak açıklanabilir mi? 

 Yıllardır üstüne konuşulan önemli bir konunun derinliğine doğru yola çıkıyoruz. Bu yolculukta ilk keşfetmemiz gereken şey ''zaman'' kavramı; hemen ardından da ''mekan'' kavramını düşünmemiz gerekiyor. İnsan olarak bu kavramlara hakim olmamız şu ana kadar mümkün olmadı. Herhangi bir zaman diliminin içinde ve herhangi bir mekanda bulunmak durumundayız. Tabii ki mekanınızı değiştirebildiğiniz ve buna hakim olduğunuz düşüncesi aklınıza geliverdi ama bahsettiğim şey bundan ibaret değil. Mekan kavramına hakim olabilmemiz için seçtiğimiz bir yerde olmamız kesinlikle yeterli değildir ki bunu bile yapabildiğimizi tam olarak söyleyemeyiz. Bizim bu iki kavrama karşı olan aciziyetimiz başlıktaki sorunun cevabını hiç zorlanmadan bulmamızı sağladı. Hayır, tam bir özgürlükten bahsetmemiz mümkün değil!  Biraz daha somut düşünürsek özgürlüğü bir skala olarak ele alabiliriz ve ne yazık ki bu skaladaki değerimizin maksimum seviyeye ulaşması şu an için imkansız. 

 Zamanı hayal ederken mevcut bilgilerimizle aklımıza geometrik terimiyle doğrunun gelmesi çok normal bir durum. Uzun yıllardır kitaplarımızda, çevremizde kronolojik bir doğru görüp duruyoruz ve ''zaman'' kavramını böylece somutlaştırma çabası içine giriyoruz. Zaman, hayatımızı kolaylaştırmak için uydurduğumuz bir kavramdan fazlasını ifade etmiyor ve bu döngüden sıyrılmayı henüz başarmış değiliz. Zamanın akıp akmadığı, varlığı ya da yokluğu bizim için hala bir muamma. Uzun yıllardır fizikçiler, filozoflar belki de en çok bu kavram üzerine yoğunlaştılar ancak hala ona hükmedebilmiş değiliz. Doğru olarak düşündüğümüz zaman birçok teoriye göre sonsuz sayıda doğrudan oluşuyor. Şayet bu doğrulardan birbirine zıplasak ya da doğrunun üstündeki yerimizi değiştirsek bile yine de ona hükmedemeyiz. Somut olarak ifade etmek gerekirse zamana hükmedebilmek için onu bir nokta olarak görmemiz gerekiyor. Bu da inanç sistemlerimizde Tanrı'ya atfettiğimiz özellik zaten. 

 Mekan kavramı ise fiziksel olarak bulunduğumuz yeri işaret ediyor. Hiçbir yerde bulunmamak veya her yerde aynı an içinde bulunabilmek gibi becerilerimiz bulunmuyor ki bu da aynı şekilde Tanrı'ya atfettiğimiz bir özellik olarak göze çarpıyor. Bu konudaki çaresizliğimiz de gözler önünde. Dolayısıyla bu iki kavramı kendi özgürlük skalamızdan çıkarmak yerine onlara karşı olan zaafımız nedeniyle puanlama sistemimize en yüksek nottan başlayamayız. Basit bir örnek olarak düşünürsek eğer; girdiğimiz bir sınavda iki sorumuz boş ve tam puan alabilme ihtimalimizi tartışıyoruz demek oluyor bu.

 Peki, özgürlüğümüzü kısıtlayan ve skaladaki değerimizi düşüren diğer etkenler neler? Buradan sonrası elimizde olan şeylerden oluşuyor. Gündelik hayata dair olan çabalarımız, arzularımız, toplum hayatı, çevremizdeki insanlar gibi etmenler mahkumiyetimizi daha üst seviyeye çıkarıyorlar. Toplum hayatında yaşadığımız her şey çok büyük bir ilüzyondan ibaret ve bu hayatın içinde yaşanılanlar, söylenenler tutsaklığımızı tetikliyorlar. Yani parası olan, istediği şeyleri yapabilen ve aynı zamanda sosyal yaşamda forsu olan bir insan, hapishanedeki bir mahkumdan daha az özgür olabilir. Zira özgürlük fiziksel olarak açıklanamayacak bir kavramdır. Tamamen düşünseldir ve Schopenhauer'in ''irade'' olarak tanımladığı şeyin ölümüyle gerçekleşebilir. Yani ona hizmet etmeyi bırakmalı; tüm arzularımızdan, hayatımıza dair olan kaygılarımızdan vazgeçmeliyiz. Zira arzular asla doyurulamazlar. ''İrade''yi tatmin etmek asla mümkün olmayacaktır, dolayısıyla insan bu ''irade''nin tutsağı durumuna düşecektir. 

YALNIZLIK, MUTLULUK VE ÖZGÜRLÜK

 Yalnızlık özgürlüğe atılan ilk adımdır. Çevrenin etkilerinden kendini sıyıramayan bir insanın özgür olduğunu söylemek tamamen saçmalıktan ibarettir. Hatta insan özgür olmak için kendisinden de kurtulmalıdır ve saf akıl etkisiyle düşünmeye başlamalıdır. Zaman ve mekan hariç her şeyden kurtulabilme yetisine sahibiz, bunu da kullanmamız gerekir. Örneğin birini sevmek, bir amaca bağlanmak, cinsel arzulara hizmet etmek, ölüm korkusu yaşamak ya da mutlu olmaya çalışmak özgürlüğünüzü kısıtlayacaktır. Farkındalık, kabullenme ve düşünme sizi özgürlüğe taşıyabilecek basamaklardır. Skalada yükselebilmeniz bu adımları atmanıza bağlıdır. Özgür olmak bir anlamda hafiflemek ve yükselmektir. Rahat bir yol olmadığı gibi başarılması günümüz şartlarında oldukça zordur ancak sonu olmayan bir rahatlama olarak da yalnızca bunu görebiliriz. 

 Ayrıca özgürlüğün ''alınması'' ya da ''verilmesi'' gibi komik ifadeler en başta bahsettiğim gibi kavramın yanlış tanınmasından dolayı çıkmışlardır. Özgürlük alınamaz ya da verilemez; yalnızca ona ulaşmaya çalışılabilir. Bu yanlış ifadeler nedeniyle özgürlüğün mutluluk için bir basamak olduğu yanılsaması da olmakta. Halbuki özgürlük üstünlüğe atılan bir adımdır ve mutluluk onu engelleyecek şekilde ''irade''nin ihtiyacıdır.

...

15 Aralık 2014 Pazartesi

DÖRT MEVSİM I-İlkbahar

Açmıştı ufacık bir filiz gündoğumunda
İlkbahardan gelmekte olan şen şakrak seda
Almış bütün evleri etkisine derinden
Bu ziyaret ruhları temizliyor fiilen
Küçük çığlıklar taşar hanelerden bu mevsim
Büyüler her insanı karşısındaki resim
Sevginin tercümanı, arınmış bir harmoni
Titretir yürekleri kusursuzca senfoni
Gerçekten aşk sezilir, enfes doğa anadan
Kudretli rüzgârlar da şefkatle eser o an
Küçük kanatlarını umursuzca kelebek
Çırpar yükselmek için, işte aziz bir emek
Çiçeklerin ahengi ve masalımsı ezgi
Raksta bu uyumla ufuktaki hoş çizgi
Çarkın durdurulamaz devirleri dönmekte
Kışın bitmek bilmeyen kederleri sönmekte
Yine akar ırmaktan işkencesi bol umut
Serin bir ateş kadar imkansiz olan hudut
Uzaklarda görülse de çaredir mucize
Tekrar tekrar okunur inanca dair dize
Bilinçten yoksun halde mutluluk taşır bahar
Bir anlık unutuşla dumansız ateş yanar
Sonraları gelecek kahpe, doyumsuz özlem
Bilinmez gibi duran, eski tanıdık elem
Bütün bunlara rağmen dalından sarkan kiraz
Saf bir hayal olur ve kapıda beklenen yaz
Hazır değilken filiz, başlar zalim döngü
Toplu birliğe karşı elinde yalnız süngü
Habersiz olacaktan zavallı küçük patik
İlkbaharın kucağı bırakır onu yitik
Oyunların tanımsız lezzeti damağında 
Uyku henüz sorgusuz gelmekte yatağında
Dört mevsimden kalmakta olan en büyük veda

10 Aralık 2014 Çarşamba

TOPLUMA ENTEGRE OLMAMAK

 Yazının başlığını okuduğunuz anda bu yazının topluma entegre olmak istemeyen veya topluma entegre olamamış insanlara yönelik bir eleştiri olduğunu düşündünüz çünkü yıllardır aklınıza yerleştirilen senaryo sizi bu yönde düşünmeye itti.

 Seneler boyunca insanın tanımı gereği sosyal bir varlık olduğunu söyleyerek toplum içinde uyumla yaşamanın insanlar için ne kadar önemli bir hale getirildiği açık şekilde ortada. Peki ya çevremizdeki insanlar veya toplumsal ilişkilerimiz bizi geriye götüren ayak bağlarından ibaretse ne yapmalıyız? 

 Söylenildiği gibi topluma entegre olmak bize doğru bakış açısı kazandıracak veya bizi ileriye yönlendirecek bir yaklaşım değildir. Bir insanın toplumdan aldığı ne kadar fazla özellik varsa ve ne kadarını yaşamına yansıtıyorsa, insanın düşünme sistemi o denli zayıf olacaktır. Yani günümüz toplumuna entegre olmuş insanlar bizi derinliği olan, anlamlı bir yaşamdan uzak tutan önemli etkenlerdendir. 

 Günümüz toplumunun en büyük özelliği; boş, anlamsız bir yaşam stilini insanlara değişik yollarla benimsetiyor oluşudur. Başarı kavramı dahi insanın aslında değersiz birtakım özelliklere sahip olması kadar sığ bir alana sıkıştırılmıştır. Düşünmekten, sorgulamaktan ve aramaktan kaçınan insanların en büyük amaçları; aslında değer arz etmeyen hayatlarını belli kalıplarla kurtarma çabalarıdır. Toplumun onlara dikte ettiği şekliyle kanıksadıkları birtakım sosyal kuralsızlıklar, manasız ilişkiler, düşünmekten uzak hayat stilleri vaziyetin içler acısı olduğunu her gün bizlere gösteriyor.

 Özgürlük kavramı altında yaşanılan manasızlık silsilesi, toplumun kaçmamız gereken bir leşten fazlası olmadığını kanıtlar nitelikte. Topluma kazandırılmış her bir birey aslında "kayıp birey" statüsüne geçiyor. Düşünme yetisi gittikçe azalırken, yozlaşmış toplumsal kurallarla beraber çirkin ve kesinlikle işe yaramaz bireylerin sayısı her gün artıyor. 

 Ne yazık ki çoğunluğun bu acı durumu kabullenmesi sonucunda, hayatına her bakımdan mana katmak isteyen sağlıklı insanlar ya bunalımlarla beraber arada kalıyorlar, ya da topluma entegre olmayı reddederek deli gibi görülüyorlar. Çoğunluğun bir durumu doğru görmesi yargıyı herhangi bir şekliyle mantıklı kılmıyor.

 Şahsen defalarca topluma tam olarak olmasa da entegre olmaya çalışmama karşın bu denemelerimin hepsi başarısızlığa uğradı. Kimi zaman çoğunluk olduklarından ötürü benim yanlış olduğuma dair ikna çabalarını yaşadım ve ne yazık ki bazen bu fikre kendimi kaptırdım. Ancak geniş bir pencereden baktığımızda, içten içe topluma karşı duyduğum tiksinti beni bu denemelerimde asıl başarısızlığa uğratan ana unsurdu.

 Arada kalıp çok zor duruma düşen insanlardan biri olarak, kimi zaman duygusal bir bağla ya da çevremdeki insanlarla bu çirkin halkanın parçası olmaya çalıştım. Ne yazık ki bugüne geldiğimde boş insanlarla geçirilmiş boş dakikalar görüyorum. Çok büyük bir yaraya yama olarak kullandığımız bu insanların her biri, yarayı daha da derinleştirmekte. 

 Bu vaziyette asıl problemin bilgisizlik ya da aptallık olduğunu söylemek de pek kolay değil. Medeniyet adı altında gerçekleşen tüm bu anlamsız maskarılığın temel sebebi sakat bir düşünme biçimini benimsemiş insanlardan kaynaklanıyor. Duygusal ilişkilerinden, hayat tarzlarına kadar her şeyi basit bir mutluluk kaynağından öte göremeyen zavallıların duygusal ve düşünsel dünyaları da sakat doğmuş diyebiliriz. 

 Tüm bu karanlığın içinde arada kalan ve kendini toplumdan soyutlayamayan insanların durumu asıl çözüm bulunması gereken sorun. Ana çözüm olarak ise kökten bir soyutlama haricinde bir şeyi konuşmak çok ütopik olacaktır. Çevremizdeki birçok insan, yalnızca bize zarar veren parazitlerden ibaret. Asla sizi haksızmışsınız gibi hissettirmelerine izin vermeyin. Toplumdan ne kadar çok sakınırsanız o kadar değerli bir insan olacağınızı söylemek çok da yanlış değil. Bu basitlik okyanusunda kendinize ufak bir ada kurup orada yaşamaktan asla korkmayın. Zaman zaman bu adaların birleştiğini ve birazcık da olsa ferahladığınızı hissedebilirsiniz. Rabelais'in de dediği gibi: "Eğer hiç aptal görmek istemiyorsanız, gözlüklerinizi kırın." 

 Tüm bu yazının özüne geldiğimizde, söyleyebileceğimiz en önemli şey: Topluma entegre olmaya çalışmayın. Bize anlattıklarının tersine bu hiç de iyi bir şey değil. Doğal gibi gösterdikleri şeyleri doğal olarak kabul etmeyin ya da size güzel gösterdikleri şeyleri sürekli sorgulayın. Çok büyük bir yalanı yaşayan çok büyük bir kitleyle karşı karşıyasınız. Hepimize bol şans!

8 Aralık 2014 Pazartesi

GERÇEK

Efendim sakın bana hayal, rüya satmayın
Atın sonsuz gerçekten, acıysa da bir yığın
Gözlerimi kapamam, yoldaştır bütün alem
Sanırım ki sevaptır çekilen kutsal elem
Bak şu kör insanlara, mil çekmiş ahir zaman
Görürüz sanmaktalar, budur en büyük yalan
Bir ömrü harcamakta densiz, bomboş ve yitik
Bizim hayatlar meze, işte böyle bu gençlik


GELME

 "Gelme" diyorum ama geleceksin, biliyorum. Çok ayıp edersin eğer öyle gizli saklı gelirsen. Bir akşam vakti hiç çaktırmadan, hissettirmeden uğrarsan aklıma. Sözümü bir defa dinlemene ihtiyacım var zaten. Buna kulağını tıkama sakın, şimdilik bir zarar çıkmaz benden.

 Boşuna konuşmuyorum, bildiğim şeyler var elbet. Yeni bir harabe inşaa edip de gölgesinde yaşamak mı güzel ilelebet? Ben pek güçlü bir adam değilimdir. Bilmiyorsun tabii bu vakit. Önceleri çok esrarlı ama güzel bir bilmece gibi gelecek sana ve hoşuna gidecek bu vaziyet. İçine girdikçe kaybolacaksın, cehennem olacak sana hayali cennet. Ben de kaptırıp gidersem belki yuvarlanırız bir yokuştan. Ondan dolayı baştan söylüyorum gelmemen gerektiğini. Yeni harabeler yaratmanın ne manası var? Sonra bir başımıza kalacağız gecenin koynunda, yağmurların ortasında. Dolunay vaktinde çok güzel görünen canavar gibi. Yiyip de bitirebilir her an bizi.

 Aslında ölümle alakalı çok bir korkum yok ama birisinin ölümünü izlemek pek kolay değil. Bir de ölmeyip de ölmüş gibi olmak var. Azabın varlığına canlı bir delil. Nelerden kaçındığımı anlıyorsun umarım. Belki gelmeni de istiyordur saçma sapan bir yanım. İzin vermeyeceğim, izin vermemem lazım. 

 Ben yirmi yıldır yaşıyorum ama halen ayak uydurabilmiş değilim tam olarak. Dalgalanmakta başımda bana mahsus bir bayrak. Sizlerden pek bir şey anlamış değilim ve sanırım anlamaya da niyetim yok. Kalbim biraz daha acı kaldıramayacak kadar elemli ve tok. 

 Şimdi sana gelme diyeceğim son kez. İşin acı yanı yine de gelecek olman. Hiç söz dinlediğinizi görmüş değilim çünkü. Ve ne yazık ki geldiğin an, ben bunları okumayacağım sana. İşte o yüzden sınırdaki durum müstehak olacak bana. 

6 Aralık 2014 Cumartesi

Bırak Olsun

Neden rüzgâra karşı koşuyorsun?
Süzen ışık evimin camından
Son bir umut demeti gibi
Kucağıma düşen yukarıdan
Bırak, olsun
Zorlama daha fazla
Yağacak üç beş damla üstümüze
Boşuna kaçıyorsun
Aşkını simsiyah örtüye
Müziğini sıcacık gönlüne
Vurup şiirlere ruhunu
Bırak, olsun
Kaplasa arşı kızıl alev
Yer yarılsa ta kökünden
Parçalasa içini derinden
Biliyorum, sıcakta donuyorsun
Yalnızlığınla büyüyorsun
Aç kendini baharlara
Bırak, olsun

5 Aralık 2014 Cuma

Delilerin Şiiri IV

Tiksinmekteyim senden, yoğun puslu İstanbul
Kurban diye kendine, benden başkasını bul
Titrek ışıklarınla bir cehennem gibisin 
Akmakta mı makyajın, biraz sersem gibisin
Salpalanmakta mısın yoksa güzel fahişe
Yetmez mi oldu artık, içindeki o neşe
Kaplamakta bu sisler, Boğaz artık karanlık
Rüzgârlar bundan böyle esmesin ılık ılık
Düşmekte çirkin masken, geçtikçe her saniye
Her semtin pek anlamsız, karmaşanda yok gaye
Azabı yaşadıkça, aklıma gelir adın
Tüketmekte hoyratça sevincini yaşamın

Boşlukta boş adamlar, benzemek istemem hiç
Doldur boş kadehleri, sabahlara kadar iç
Düşünmeyi iç gece, ızdırap bitmez diye
İstanbul'a bırakıp acıyı her saniye

Yirmi yıl önce bugün, talihsiz vaka oldu
Eski masum ruhuma çekilmez azap doldu









Delilerin Şiiri III

Atın üstüme sonsuz, sessiz yığıntıları
Yaprakları bahardan çalın, atın sapsarı
Ve tek karanfil koyun ortasına mezarın
Annem kalsın başımda, gelmesin kimse sakın
Bunca yalan içinde gidişim olsun gerçek
Gölgelemesin kimse, benden kalan son dilek

Denizler alev aldı, huzur andı yanmakta
İnsan aptaldır biraz, her oyuna kanmakta
Adaletsiz dünyayı adaletli sanmakta
Haketmeyen her kimse, her birini anmakta

Ne kadar acı varsa bulur güzel insanı
Bizden geriye kalan birkaç lüzumsuz anı
Her çektiğim nefeste kaçar ruh uzaklara
Ben de gitmek isterim ruhumun peşi sıra
Kuvvetim tükenmekte, yollara çıkmam artık
Çıkışlar kapanmakta, halimize pek yazık

Sağanak yağmur vakti, elde yırtık şemsiye
Avucumuzdan yele kapılan her saniye
Zavallı telaşımız yetmezken hiç gücümüz
Sürekli tekrar eden felaket tellalı güz
Bütün insanlık sonsuz uykuya yatmışçasına
Yardıma gelen olmaz, ağlasan yana yana
Dünya utanmadan da dönüyor mu bu vakit
Ben her gece ağlarım, gülmekte bir sürü it

Çok yoruldum, bunaldım geçtikçe şu geceler
An başı eksik olmaz yaşlı ruhumdan keder
Pişmanlığım doğmaktan, çarem yalnız ölmekten
Sümbüller fırlatırım, tükenmişken yorgun ben



















2 Aralık 2014 Salı

Delilerin Şiiri II

Karlı bir kış sabahı girdim eski kapıdan
Raksa kalktı göklerde, iki melek ve şeytan
Altın kalemlerinden damlayan mürekkebi
Yalayıp yutuverdi, ak sakallı Çelebi
İşte o günden beri, kayıplarda dost güneş
Senelerce geçmeyen gece, kıyamete eş
Yudum yudum notalar karışırken ışığa
Süzmenin ortasında bakarım karanlığa
Öldüğüm vakit asla istemem süslü mezar
Hatta gelmenizi de istemem, gönlüm kanar
Basit merasim dahi yüzsüzce bir telafi
Titreyerek sigara yaksanız olur kâfi

Şimdi ölü bir şair olmak istemez miydin?
Zamanın rüzgarında uçmalı dizelerin
Bedenin toprak olmuş, sancısız kışa benzer
Uçmuş gitmiş dertlerin denizden birer birer
Şehvet damlalarından kalan bir dem manzume
İster gitsin cennete, isterse cehenneme 
Huzur ile yol almış meçhuller limanından
Damağında yok tadı, acıdan ona kalan

Bu hayat dediğiniz tekrar eden hikaye
Her an başka beklerken, zehir kalır geriye
Girdiğimiz, sonucu malum bu kaçıncı harp
Güneşe haber edin, doğacağı yöndür garp

Bir an bile geçmemiş gibi keder yolundan
Vücudundan akacak damarındaki son kan
Yıkayıp koydukları vakit değersiz seni
Fısıldayacakları anlamsız, garip ninni
Bağıracaksın bana, yardım dilenmek için
Donuk bakışlar eşlik edecek, gözümde kin

Güzel adamlar göçtü başımızın üstünden
Ve güzel kadınlardan bahsettik, bilmem neden
Boyadığı gözleri, yapma bakışlarıyla
Söylediği kaçıncı yalandır bu, ne ala
Pişman olup, kolumu attığım hazin vakte
Dönmek isterim sonsuz huzur bahşeden pakte

Sorsak size hepiniz günahsız Meryem gibi
Lakin göklere çıksak, yer cehennemin dibi
Orada taklit etmek yazıktır ki işlemez
Vasatlıktan yanacak bugün gülen çömez
Eşlik ederim ben de kızılca kıyamete
En büyük günahlarım biterken bu davette

Bakın, burada hepsi, yitik orospuların
Yüzlerinden akmakta olan kahpelik yalın
Beş kuruş etmeyecek dünyanın rezil sonu
O denli değersizce geldi ağıdın tonu
Ve siz sakin seyirci bozmaları, ağlayın
Çünkü sonumuz en az dün kadar aç ve yakın
Boşuna beklemeyin zamandan bir merhamet
Geçen her saniyeden düşmez sizlere medet

Şefkatli gecelere sarılın ve uyuyun
Hiddetli bir zamanda yalnız rüzgârı duyun

Karlı bir kış sabahı girdim eski kapıdan
Yağmurla gideceğim, temizlensin diye kan

28 Kasım 2014 Cuma

Beyaz Sümbül

Yeni yanmış sigara, ondan düşen pislik kül
Koparılıp, etrafa saçılmış beyaz sümbül
Kalbinde cam kesiği, ruhunda kara gölge
Yorgunluk süzmesinde gözleri bir bildirge
Püskürüyor karanlığa kalmış son sinirini
Kaybetmiş sözde ilaç, vücutta tesirini 
İki dipsiz çukurdan ibaret solgun yüzü
Çağırır uzak yoldan uğursuz, soğuk güzü
Yok sessizlikten başka yardıma gelecek dost
Yaraları saklayan sümbülleri, kalın post
Şimdi soluyor bütün çiçekler yavaş yavaş
Güneşin selamıyla başlayan kanlı savaş
Kızıl sema kükrüyor delmek için boşluğu
Akıtmaya günahı, göstermeye yokluğu
Bilmecenin parçaları, bilinmez ve nadide
Karanlığın üstüne çekilmiş opak perde
Kat kat meçhul sisinde pusulasız yolculuk
Küskün dünya çarkında sümbüller bile soluk
Gönül şehzadeleri peşinde yitik tahtın
Onca yazgı içinde senin kapkara bahtın
Gülmüyor işte kahpe, dolambacı bol felek
Seni bende ararım, ateşlerde sekerek
Yanarak ayaklarım, sümbülü sayıklarım
Ne olur duy sesimi, ordaysan güzel Tanrım
Hayattan kalma başım örseler dik yokuşu
Satsam şu laneti haketmez beş kuruşu
Yeni devran verseler ancak döner hakikat
İnsanlığa hakaret, insan denen mahlukat
Kafama inen balyoz, vurduğum büyük darbe
Nefret böğürür gece, pişmanlık düşer kalbe
Kiremit çatılardan boşalır gözyaşları
Koca şehrin ışığı aydınlatır taşları
Vuracak tane tane karınca ezer gibi
Göreceğiz sümbülleri, göreceğiz en dibi
En büyük boşluk insan, sanmayın sakın feza
Doğuştan belirsizlik, verilen berbat ceza
Geceleyin bağrıma saplanan hain hançer
Yalnızlıkla yoğrulmuş insan olur derbeder
İnce deri parçası, kuvvetsiz ıslak hamur
Topraktan geldik derler, gittiğimiz yer çamur
Düştüğümüz ateşten topun hiç yok günahı
Halimiz doğal, Güneş bile bekler sabahı
Hakim olur sümbüller sokaklara bu vakit
Fırlar akbaba gibi köşesinden vahşi it
Yayılır darphaneden ne yazık ki kokusu
Alır götürür bizi pis, yapışkan mukusu
Ölüm kokar azizim, ölüm kokar malum an
Kimseler duymaz lakin, en büyük zarar ziyan
Bağırır mezarlıklar, yığılır canlı leşler
Tarih dediğin zıkkım, hep aynı keşmekeşler
Sarıl sümbüle kızım, yatmadan önce gece
Öbür türlü çekilmez bu çile senelerce










Delilerin Şiiri

Yorulmaktan yorulmuş, perişan halde garip
Boynunda hissettiği kuvvetli, kalın bir ip
Çekmekte onu şeytan cehennemin içine
Karartılmış odada susmayan bin bir çene
Yalnız geldi dünyaya ve yalnız da gidecek
Kimseler görmez lakin bariz olan tek gerçek

Saydam, kızıl ufukta yanmakta gönül yolu
Akşamdan şarap düştü, bütün kadehler dolu
"Sarhoş olunuz" dedi bizlere büyük şair
Düşündükçe kayboldu kaynağı meçhul sihir
Yeşerirken içinde taptaze, maval filiz
Sağanak yağmurlardan geriye kalmadı iz
Bir kez dur dedi belki içinde keşmekeşe
Kuş cıvıldasın istedi, baki olmalı neşe
Ne talihsiz olaydır ki dönmeyesi tuttu
İnandığı vakitte, felek onu unuttu

Dolanmakta yüzüne, gelen malum felaket
Yapma, etme deseler bile; yine tövbe et!
Ziyadesiyle döner kişiye bunca sabır
Şayet Tanrı var ise, ödülsüz kalmaz kahır
Her bir gözyaşın için öleceğim her gece
Söyleyeceğim güzel şarkıyı hece hece
Bunca belaya rağmen yaşamaktaysan eğer
Umut etmeye bazen, mecburiyetten değer

Balta girmez ormanda, yalnız kaldık senle ben
Çığlığımız yükseldi, neredeyiz bilmeden 
Uzun, ölü ağacın gölgesinde yek kaldım
Sancı dolu patikada kayboldum adım adım
Yaşımdan fazla dize karaladım duvara
Geçerken bakacaksın diye benden hatıra












29 Eylül 2014 Pazartesi

ZAVALLI ASKER

neden savaştığını bilmiyor
eline silahını almış
göz göre göre gidiyor ölüme
atalarının birer birer gittiği yere
gözlerini yaşlar basmış
buğlu buğlu bakıyor
etrafı dehşet saçıyor görenlere
göz gözü görmüyor
her yer kan içinde
geride bıraktığı sevgilisi aklında
önünde vahşet tecelli ediyor
düşman demişler ona
vuruyor düşünmeden, duraksamadan
uykusuzluktan kızarmış gözlerini kırpmadan
geçen ufak bir an
şimdi karşıdan yokluk bakıyor
geceleri askeri uykusundan ediyor
vicdanı azat edilmiş
öldürmeyi görev bilmiş
ölmeyi kabullenmiş
kan kokuyor kan buram buram
insanlık artık çok uzak bir makam
içgüdüleri önderlik ediyor ona
sırtlanlar sarılmış boğazına
atılan son bir çığlık
kararıyor dünyası
ışıklar bir bir kapandı
neden yaşadığını bilmeden
neden öldüğünü bilmeden
bitmez yollara gider
ah zavallı küçük asker

25 Eylül 2014 Perşembe

TRİYOLE

Ah yârim boş bakar ettikçe kalandan onu tenzih.
Endamını gösterdi yine kara felsefesi kara aklın.

Sevî parlasa yıldız gibi olsa hayatıma senih.
Şüpheyle dolu kalbim; olamadım müsterih.
Sarı ruhum, bazen kederli, bazen de melih.
Ah yârim boş bakar ettikçe kalandan onu tenzih.

Gözlerinin bikrini izale etmeye pek yakın,
Şayet bakarsa başka yöne kem gözleri yansın!
Sevî olmadıysa bu devirde yeteri kadar yalın,
Endamını gösterdi yine kara felsefesi kara aklın.



5 Eylül 2014 Cuma

YAŞAMAK

Sorsan yaşadıklarını sanarlar.
"İyi ki yaşamış" denmiyorsa,
Yaşamanın ne lüzumu var?

SOKAKLARIM

Mecbur bıraktınız beni bana.
Sizlerden kaçıp
Kendime sığınıyorum.
Çok beğendiğimden değil kendimi
Kaçacak yerim yok başka
Oturuyoruz bir ben ve düşüncelerim.
Muhabbet koyu,
Ne kırılan var ne üzülen.
Hani boş şişe tekmelerdik ya çocukken,
Şimdi boş insan tekmeliyoruz hayatlarımızdan.
Bunu konuşuyoruz düşüncelerim ve ben.

Kimseleri almadığım sokaklardayız.
Ara sıra umutluyuz
Genelde yine hüzünlüyüz.
Tartışıyoruz hiç durmadan
Birimizin aklı birimizin duyguları yok.
Kim kazanır dersen,
Pes ettim çoktandır.

Biraz sohbetin ardından kalkıp gitmek zorundayım.
İstemiyorum kalkmak zaman zaman
İzin vermem diyor hemencecik,
Arkamı dönüp giderken bilerek yine geleceğimi,
İki mısra dökülüyor arzuyla ağzımdan;
Tüm tanıdıklar yabancı olsa keşke
Kaldırım taşlarında otursak hep ikimiz.

4 Eylül 2014 Perşembe

BİR İHTİMAL DAHA OLSA

Bir ihtimal daha olsa,
Yaşamasanız benimle aynı dünyada,
Aynı oksijeni çekmesek ciğerlerimize.
Bir ihtimal daha olsa,
Yaşamasam sizlerle.

Her taraftalar,
Çıkmıyorlar kafamdan.
Öfkeleniyorum yüzlerini gördükçe.
Hayatın bana verdiği ceza;
Basit ve tiksinç insanlar.
Bir ihtimal daha olsa,
Çok uzaklara kaçsam.
Bir ihtimal daha olsa,
Yaşasam sizler olmadan.

Göz göze geliyorum her gün,
Öfkeleniyorum ama söylemiyorum.
Çok güzel kulpları var hepsinin,
Dinlemek istemiyorum.
Bir ihtimal daha olsa,
Kurtulsak hepinizden.
Bir ihtimal daha olsa,
Kurusanız kökünden.

Bir ihtimal daha olsa,
Yaşamın hoş tadını alsak.
Ah bir ihtimal olsa!

İnsana düşünen varlık denmiş
Size ne denir bilemedim.
Sevilesi yaratıklar olsanız,
Ben de sizi severdim.
Bir ihtimal daha olsa,
Bu düzeni...

TANIŞMADIM

Eskiden hep büyümek isterdim,
İnsanlar değişecek sandım.
Halbuki yaştan değilmiş,
Zaman geçtikçe anladım. 
Masalarda boş boş bakındım.
Elimi sıktı her gelen,
Yalnız et parçasına dokundular.
Onlar benimle tanıştılar,
Ben onlarla tanışmadım.

3 Eylül 2014 Çarşamba

SEVİYORLARMIŞ...

Seviyorlarmış birbirlerini
Bak sen şunlara!
Sen desene;
Bir iki eğleniyoruz diye şuna.
Dertleri gençliklerini yaşamakmış
O her ne demekse.
Yedisinde de aynı yavşak yetmişinde de.

1 Eylül 2014 Pazartesi

KEŞKELERİN DÜNYASI

Keşkelerin dünyası pek hilelidir
Bir cümleyle çekiverir insanı içine
Girdiğinde aitsindir artık oraya
Gerçekle bağın çok yakın gelir
Yine de kopuverir varamadan farkına

Keşkelerin dünyası güzeldir en başta
Sana eşlik eder hayaller ve gülümsemeler
Girişinde renk renktir çiçekler
Yürüdüğün bahçeler parçasıdır cennetinin
Anlatıldığı gibi sonsuzdur aslında
Kapılar kapanıverir girdiğin zaman
Bir bakarsın cehennem olur sonrasında

Keşkelerin dünyası hapsetti seni
Acı veriyor şimdi enfes görünen bahçeleri
Ne gerçeği yaşıyor zayıf ruhun
Ne de kuşlara eşlik edebiliyorsun
Kanadın yok ama uçmak istiyorsun

30 Ağustos 2014 Cumartesi

29 Ağustos 2014 Cuma

DERİN SULAR

Gün bittiğinde başlarım ben.
Karanlık sulara yelken alırım,
Derinliği bilmeden.
Her zamanın rotası ayrıdır.
Macerası tür tür olur suların.
Kimi zaman dalgalıdır,
Kimi zaman ferahtır.

Tayin edemezsin lakin,
Gecelerin bin bir türlü şartını.
Mürettebatına sarılırsın da sımsıkı,
Gideceğin yerleri bilemezsin.
Akar gider sular durmaksızın,
Devam edersin,
Yahut yolda kalırsın.

Düşünmek budur işte,
Uçsuz bucaksız sular...
Lakin korkma dostum!
Bizi ne yer ne de yutar.
Bir tutam özgürlüktür sonsuzluktan.
Çık sen de kendi yoluna,
Gözlerin kapanmadan.
Kim bilir güneş batarken neler doğar?

28 Ağustos 2014 Perşembe

KAYBETTİLER

Kaybettiler her şeyimizi.
En başta güvenimizi.
Küçük çocuğun saflığını,
Denizin berraklığını,
Güzel duyguları kaybettiler.

Bir kere geliyoruz dünyaya,
Yaşarız ömrümüzü dediler.
Düşünmeden,
Mutlu olunur zannettiler.
Rezillik matah,
Fikirsizlik yol oldu.
Bu eğlencedir dediler.

Edepsizliği edep,
Hayatı oyun bellediler.
Soranlara kızdılar,
Bu özgürlüktür dediler.
Hiçbir zaman düşünmediler.
Dört duvar içinde durmaktan beter,
Fikir hapishanesindeydiler.

Yazık ki kaybettiler,
Hem bizi hem kendilerini.
Dönüp de bakan olmadı arkasına,
Yolda bırakılanlara.
Oradaydı huzurumuz,
Oradaydı tutkumuz.
Uzatmadılar kahrolası ellerini,
Bıraktılar hepimizi kör karanlıkta.

Yağmurla gelen toprak kokusunu,
Seven insanın onurunu,
Kaybettiler varoluşlarını.
Kaybettiler o küçük mutlulukları.

Uyarmak isterdim önceleri,
Sonra anladım.
Ne benim vaktim,
Ne onların aklı yeterdi.

Şimdi bize kaldı,
Yalnız beklemek.
Geri gelmeyeceğini bilerek.


27 Ağustos 2014 Çarşamba

YALNIZ YAKARIŞLAR

Yalnız yakarışlarım var geceler boyu,
İnlerler ruhumun derinliklerinde.
Anlatsam sizlere bunu,
Ortak olur musunuz bana?
Yahut daha mı kolay gelir dönmek,
Beş para etmez hayatımıza.
En kahpe devrinde şu zamanın,
Taşarken deryalar dahi pisliğimizden,
Aldatmacalar endamını arz ederken,
Düşünmek israf gelmiş anlaşılan.
Zira ses yok!?
Ne uzaktan ne de yakından.

Tanıyorum bunları birer birer,
Her gün yanımdan, gözümün önünden geçerler.
Pislik deryasında yüzer hepsi.
Kıyıdan takipteyim hüzünle.
İzliyorum, izliyorum, izliyorum...
Ne kaçabiliyorum ne de yanlarına gitmek istiyorum.
Öfkeyle duruyorum işte,
Bir adım daha atmam öteye ya da beriye.

Devir pislik devridir!
Son çıkmaz sokakta dolaşır dururum,
Neyim olduğunu sorana,
Utanırım da anlatmaya,
"Boşver" der geçerim.
Yalnız yakarışlarıma devam ederim. 

5 Ağustos 2014 Salı

İLERİCİ GİBİ GÖRÜNEN GERİCİ


 Başlıktan ötürü oluşabilecek bir yanılgıyı düzelterek başlamak istiyorum öncelikle. Yazının konusu kadına gülmeyi yasaklayan tabana dair değil, bu gruba ''gerici'' derken gerici bir tutumla ilerici olduğu sanrısına kapılmış insanlara dairdir.

 Hükümete, hükümet yanlısı insanlara, seçmenlerine gerici yakıştırması yapılırken dikkat edilmesi gereken nokta bu yargıya ulaşan insanların ne denli ilerici bir vizyon önerdiğidir. Şu an halkımızın içinde bulunduğu durumun, hükümetin ayrıştırıcı siyasetinin karşılık bulmasının sorumluları kimlerdir? Hiçbir sonuç, sebepsiz meydana gelmeyeceğinden ötürü bu sorunun cevabı bizi durumu anlamak için daha iyi bir pozisyona getirecektir.

 Bu zaman diliminde halk, kaba tabir ile ayrıştırıcı siyaseti büyük oranda benimseyip destek çıkar bir halde görünüyor. Bu kutuplaşmanın sebebinin yıllar öncesinden yapılan ters yönde bir ayrıştırıcılığın sonucu olma ihtimalini göz önüne almalıyız. Bu günlerde kendisine ''ilerici'' etiketini yapıştırabilmiş birçok insanımız, iktidar partisinin seçmeninden daha ilerici bir görüş sunmuyor. Aksine iki kutuplu nefretin diğer tarafı olmaktan öteye gidemiyorlar. Diyalektik bir sürece genel olarak kapalı olan bu insanlar, karşı olduğu taban kadar yeniliklere kapalı ve kendisine doğru gelen şeylerin, kişilerin eleştirilmesine tahammül gösteremiyorlar. Kendilerine doğru olarak edindikleri fikirleri tartışmaya kapatmaları, öğretilen şeyleri olduğu gibi kabullenebilmeleri ''gerici'' olarak nitelediğimiz iktidar partisinin seçmeninden çok daha farklı değil.

 Örnek olarak; bir tarafın açık giyimli, muhafazakar olmayan insanlara tahammülü yokken ilerici olduğunu iddia eden birçok insanın da başörtüsüne tahammülü yok gibi görünüyor. Bu gibi binlerce örnekle beraber halkın çift kutuplu bir nefret çıkmazına düşmesi ülkedeki tansiyonun düşmesine imkan vermiyor. Dogmaları kabullenen her insan gerici olduğundan ötürü modern görünümlü geri kafalı milyonlarca insanın varlığından söz edebiliriz.

 Maalesef bu kesimin de ''gerici gibi görünen gerici'' bir toplumdan daha faydalı ve açıkgörüşlü olmadığını kabullenmemiz gerekir. ''Din, mezhep, mazlumiyet'' gibi konularla istismar edilen insanlar ile ''millet, devlet, Mustafa Kemal Atatürk'' gibi konularla istismar edilen insanlar arasında elle tutulur, gözle görülür bir fark olmadığını anlayabileceğinizi umuyorum. Yıllardır ezilen ve zor duruma sokulan insanların bir temsilcisi olarak geldiğini iddia eden kötü niyetli bir insan gücü ele geçirdiğinde şu anki pozisyona düştüğümüzü görüyoruz. Uzun bir süre sonra güç dengesi yer değiştirdiğinde yaşanılacaklar çok farklı olmayacak. Yine kendisine tek doğru edinebilmiş, dogmalara boyun eğmiş bir iktidardan fazlasını göremeyeceğiz. 

 Eleştirilemeyecek tek bir görüşün veya insanın yeryüzüne gelmediğini kabullenebilmek her şeyin anahtarı olabilir, her iki taraf için de. Sebeplerine dikkatle bakmadan sonuçların üstüne yorum yapmak bize hiçbir şey kazandırmayacak. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana baki olan ''Kürt Sorunu'' üstünden de görülebilir anlatılanlar. ''Kürt Açılımı'' altında aslında ümmetçi bir bakış açısıyla yola çıkan antidemokratik görüşle, 80 darbesinden bu yana sistematik olarak insanlara verilen ''Terörizm'' korkusuyla bu soruna yaklaşan antidemokratik bir görüşü sokakta dahi her günün her zaman diliminde görebilirsiniz.

 Sonuç olarak AKP seçmeninden daha modern olmak yahut öyle görünmek bir ilericilik belirtisi değildir. Şayet gerçekten ilerici bir düşünme modeli bize yol gösterecekse; bu, yazıya konu olmuş milyonlarca insanın zihnini gerçekten açıp, bu yönde adımlar atması ile mümkün olabilir gibi görünüyor. Yoksa kısır döngüden başka bir şey beklememiz hayalcilikten öteye gidemeyecektir.

29 Temmuz 2014 Salı

GRİ


Her zamanki gibi gri tonunda bu akşam.

Doğdumuz andan itibaren bize dikte edilen siyah ya da beyaz yok görünürde. Tabii ki sorgulayabilen ve derinliğini kurabilmiş insanlar için çizdiğim bir resim bu. Olayları, kişileri veya Dünya'yı inandıklarına uygun kalıplara sokanlar hiçbir zaman göremezler. Tek bir doğruya inanmışlardır ve her şeyi buna uygun bir biçimde yorumlamaya çalışırlar. İnsanı değerli kılan sorgulama yeteneğinden yoksun olduklarından ötürü her sözcükleri fanatizmin izlerini taşır. Her olayı doğru ve yanlış olarak nitelendirmek istediklerinden içinden çıkılamaz bir karmaşaya düşerler. 

Geçmişten bugüne kadar olan süreçte dinler, ideolojiler her zaman insanın bir doğruya tutunabilme zayıflığından var olmuşlardır. Tüm bu sis bulutunun içinde stabil bir ışık olmayı vaad ettiklerinden sorgulama yeteneğinden mahrum olanlar veya kendini çaresiz hissedenler tutunacak bir dal olarak bunları sorgulamadan kabul ederler. Çocukluktan itibaren dikte edilen sözde gerçeklerin etkisi ile bu duruma düşülebileceği gibi düşünmekten yorulan insanın da kaçış noktaları olurlar. Sorgulamak yerine var olan bir düşünceyi savunmak insana daha kolay görünür. Halbuki düşünmekten yorulmalarının sebebi yine bir doğru yargısına ulaşmak istemeleridir. Olayları, düşüncelere uydurmak çok daha zor ve faydasız bir iştir.

Tüm bunların sonucunda da kaba tabiriyle ''beyin yıkama'' işlemi, yani algı yönetimi insan üstünde etkili olmaya başlar. Gerçek resmin farkında olan veya olmayan başka insanlar tarafından algılar yönetilmeye başlanır. Kişi, zihinsel olarak özgürlüğünü kaybettiği için bahsedilen zümre insan psikolojisinin kesin yargılara ulaşma isteğinden faydalanarak; doğruları, yanlışları kesin çizgilerle ayırma kabiliyetine hak kazanabilir. Bu toplumun genel düşüncesi olarak algılanabilecek ahlak, inanç veya yönetim kurallarını ortaya çıkaran en önemli faktör olur. 

Hiç kimsenin veya hiç bir şeyin kesin bir doğruya çıkamayacağını idrak edebilen ve sürekli sorgulama halinde olan bir beyinse sürekli değişim halindedir, esnektir. Dünya'ya gelmiş, geçmiş ve gelecek insan sayısı kadar düşünce sistemi olduğunun farkına varır. Mesele ise şudur ki: Dünya'nın herhangi bir alanında, toplumunda ortaya mutlak surette çıkması gereken kurallar vardır. Sorgulayabilen insanın en büyük özelliği mental açıdan özgürlüğüne kavuşmuş olmasıdır, dolayısıyla ideal bir toplumda ortaya çıkacak ilk kural da fiziksel ve düşünsel manada herkesin özgür olabilmesidir. 

Tabii ki ideal bir toplum yapısından uzun uzun bahsetmek vakit kaybından başka bir sonuç getirmeyecektir. İnsan, zorla özgürleştirilemez zira özgürlüğü istemeyen, aramayan asla bulamayacaktır. Doğumumuzdan itibaren yaşadığımız ortam, düşünme yetimiz, yöneticilerin belirlediği özgürlük alanları gibi faktörler nedeniyle total olarak özgürlüğe kavuşmuş bir insanlık düşünülemez. Bu nedenle birey özgürlüğü yalnızca düşünsel sistematiğiyle kazanabilir. 

Bu noktadan itibaren ''algı yönetme'' kavramı altın değer kazanacaktır. Özgürlüğüne kavuşamayan bireyler bu haklarını bir insana yahut zümreye teslim etme eğiliminde olurlar. Algı yönetimi konusunda kabiliyete sahip olan insanlar iktidar olma hakkını demokrasi yoluyla kazanmış olurlar. Burada önemli olan ise bu hakka sahip zümrenin tek bir doğruya kanaat edip etmediğidir. Şayet böyle bir eğilim içinde olduklarında doğanın ilk kuralına ters gidecekleri için insanların ve kendilerinin sorgulama yetisini azaltacak ve dolayısıyla da özgür olmayan güç yükmüne geçeceklerdir. 

Doğrular ve yanlışlardan ziyade değişime odaklanmış bir zümre ise insanın ve kendisinin sorgulama kabiliyetini besleyeceğinden özgür güç hükmünü alır. Tabii ki her şeyin gri olduğunu kanıtlar nitelikte bu hakka yine algı yönetme kabiliyetiyle erişebilirler.

Bu yazıdan da şüphe ediyorum tabii ki. Sonuçta her şey gri...

30 Haziran 2014 Pazartesi

DÜŞÜNCELER

Düşünceler yaratır insanı,
Ve yine onlar yok eder.

Bir ışık gibi sisli akşamdaki,
Ufak ufak sızabilir karanlığa.
Ne söner ne de aydınlatır bir yeri,
Yol ayrımındaki çaresiz yabancı gibi.

Titreyen kalemler kağıtların üstünde,
Yazmak dahi istemezler ikindi vaktinde.
Ateşe dökülen bir avuç su hükmünde,
Yananlara olamadı onlar da çare.

Hep mi kirliydi bu denizler acep?
Parlarlar mıydı yahut ilk ışıklarıyla günün?
Hep mi boştu bu gözler acep?
Yanarlar mıydı yahut ateşiyle değişimin?

Mecnun da derler artık düşünene.
Tıkacak kodes mi lazım sorgulayana?
Kendileri çalıp kendileri oynarlar da,
'Git' derler oyunu beğenmeyene.

Aslanın pençesine düşmüş bir yavru kuş.
Av olmaya umutsuzca razı olmuş.
Aç kanatlarını da çık artık gökyüzüne!
Yazıktır ki denemedi bile yavru kuş.

Azim ile kaçardı belki kardeşlerinin yanına,
Şayet ki onlardan sağ kalmış varsa.
Av olmaya gelmiş sanki her biri,
Özgürlük hoş ama yalan bir nameydi.

Acınası işler peşinde süründük.
Kurtaralım diye faydasız yaşamımızı.
Bilmem ki kimlerin sürtüğüydük.
Bakın, kendimizi dahi kurtaramadık!

Düşünceler yarattı insanı,
Ve yine onlar yok etti.

27 Nisan 2014 Pazar

KEDİ MAHZUNLUĞU

Bir kedi mahzunluğu ile yaklaştı.
Attı ilk adımını yavaş yavaş,
Bilmeden, başlıyor acı bir savaş.

Titremesi ellerin, etti devam.
Vahşi hayattı, sessizce çağıran,
Gözlerdeki dehşet ile onu korkutan.

Kurban, katiliyle tanıştı ilk kez.
Büyük dağın eteğinde bir kedi,
Yoktur uzanacağı yardım eli.

Çöktü henüz karanlığı akşamın.
Aslan olmaktan gayrı yoktu çare,
Fısıldadı dağ: 'Vahşi ol!' diye.

Öğüdü dinledi, hiç yetinmedi.
Dayanmak istedi dağa ardından,
Bilmez ki, dağ kaçar çabucak ondan.

Kana susadı diğerleri gibi,
Unutuverdi o mahzunluğunu.
Saldırdı ve yuttu her bulduğunu.

Vahşeti sardı ruhunu, ne yazık!
Canavardı, tanımazdı kimseyi.
Dağın efendisi sandı kendini.

Arttıkça kuvveti, kapandı gözler.
Göremedi kesin olan gerçeği,
Dağ herkesten çok daha kudretliydi.

Sallandı dağ, beklenmedik zamanda.
Aslan gibi adam döndü eskiye,
Ta kedinin mahzun olduğu vakte!

17 Şubat 2014 Pazartesi

YALAN

Hayatı yalan olmuş,
Doğrusu hayal olmuş,
Sorarsan şaşar eder,
Halbuki ziyan olmuş.

Yalana yazık olsun,

Aleme haber olsun.
Seveni bilir keder,
Döneğe haram olsun.

BEDBAHT GECELER

Fenalık gelir o bedbaht gecelerde ruhuma,
Duymaz korku dolu atışlarını yüreğimin.
Gelmez kaçak dostum uyku gecenin aguşunda,
Bilmez hüzün dolu bakışlarını gözlerimin.

10 Şubat 2014 Pazartesi

TALİH


Gezersen söylenerek her gün aynı terane,
Bıktın mı usandın mı denesen de her sefer.
Bitap düşüp sızlandın mı oldun mu biçare,
Sonraki gündoğumu, olur bundan da beter.

Korkarsın ki acımasından canının gafletle,
Zorlanınca olmadı mı, derhal gemileri yak.
Yakın sonra kahpe talih bana dönmez mi diye,
Sen gibi zavallıya tüm bahtsızlık müstehak.

Yalnız suçlarsın feleği musibetten ötürü,
Devranda ancak arayanını bulur mutluluk.
Ararsan lakin bulursun gerekli olan gücü,
Ne pişmanlık tecelli eder gayrı ne suçluluk.

6 Şubat 2014 Perşembe

MANZUME İLE TARİHE SEYAHAT II - VAHŞET















Alemin gözü önünde vahşet etti tecelli,    
Medeniyeti beşerin sözde kaldı da bitti.    
Sebepsiz katledilirken acımasızca binler,
Vicdanı olan kişinin gözünde yaş tükendi.

Toprakla kan düştü acı dolu aşka elemle,
Yazık ki ne yazık ayırmadı onları kimse.
Gaddarın mülevves davasıyla ağladı çocuk,
Feryadı deldi göğü, ne baba kaldı ne anne.

Irk nefreti ile gözleri kararmış katillerin,
Ağladı ruhlarındaki inayet için için.
Çaresize vurana ses seda çıkmadı heyhat,
Tabii müzesi oldu Srebrenitsa talihsizliğin.

5 Şubat 2014 Çarşamba

MANZUME İLE TARİHE SEYAHAT I


Mazinin değeri altından yüksek beşer için,
Yalnız idrak edilsin de enfes maden işlensin.
Eylenmiş kusuru görmeyip tekrarına düşen,
Reddetmek hakiki tecrübeyi ısrarla niçin?

Asırlar öncesinde vuku bulan olay bile,
Ziya olur aklına insanın doğru hüküm ile.
Ehemmiyeti fünun kadar büyük tarihin,
Aklı olan bilir ki ferda gizlidir mazide.

BUSİDE II




















Aşkın namesini senle idrak etti gönlüm,
Sevginin naif halini ancak şimdi gördüm.

Büyük lütuf geldi, ummaz iken felekten,
Izdırabı mazimin silindi, kendimden geçerken.

Elemi aşkın uğramaz bundan gayrı ruhuma,
Saadet değil ırak, eyleme hüzün boşuna.

Şevki fikrimin yoktu zinhar bundan evvel,
Seni benden alamaz şimdi gelse yedi düvel.

Perişan eyledim kendimi hiddet ile baş başa,
Bilsem bitap etmezdim, gelir bir hoş vaka.

Her vuku bulanın ardında saklıdır mükafatı,
Bedbaht anda parlar aşkın yegane ziyası.

Korkunç bir fırtına dahi meltem gibi gelir,
Gayrimuayyen hissi ancak filhakiki tadan bilir.

Atıfet duyarım yalnız ayrıdır berikinden,
Seviden kim bıkmış, berhudarım sevenden.

2 Şubat 2014 Pazar

ON DOKUZUNDAYDI DAHA...












On dokuzundaydı yalnız, göreceği vardı daha.
Lakin riyakarın sopası şerefsizce vurdu ona.

Ayıldı bedbaht münazaadan da koştu hastaneye,
Viran eylemişler koca devleti, orası da biçare.

Hayali hürriyetti tek, hakkı olanı aradı yalnız,
Katili kahpeliğinden vurdu, kahraman oldu yağız.

Eyleyen eller yerine dahi utanırım bu densizlikten,
Bundan gayrı kanlı elleri çıkmaz hiç pislikten.

Faili meçhul dediler arsızca bu bariz cinayete,
Katil ruhları ağlattı anayı, bir milleti haince.

Kati suikast eyledi hainler, hesabı kim soracak?
Suikasta kurban millet, elbet herkes uyanacak.


SENSİZ



Sensiz sükuneti şebin dahi azaptır bana,
İster mecnun gönül, olsun daima aguşumda.

Sensiz bedbaht bir derbeder gibi döner dururum,
Çekilen soluğu bundan gayrı neylesin vücudum?

Sensiz yaşanan nevbahar katiyen tat vermez,
Açsa tüm hoş çiçekler, ehemmiyet teşkil etmez.

Sensiz söylenen ezgiler dahi gayrı mesmüre,
Gel, iki kelam et de hakiki hoş sedayı eyle!

Sensiz gecenin koynunda uyumak haramdır,
Sen var isen zaten bitmeyen bir rüyadır.

Sensiz amacı hayatın gayrı meşru, boş gelir,
Daima yetiş, haleti ruhiyem yalnız sana tabidir.

Sensiz sevi yalnız bomboş bir kelamdır,
Sana nazar edince, gayrısı da yalandır.

Sensiz olmaz derim, ey derya gözlü sevgili,
Sen varsan devri ahzan da nihayete erdi.

1 Şubat 2014 Cumartesi

HAKİKİ HAYIR














Sen gibisine nahoş gelen, bana hoştur belki,
Seciyeme hükmün ile değişim etmez tecelli.
İstediğimi eylerim, yaşamım yalnız benim,
Yalnız senin batılın ile adım benim âsim.

Fütur ile dolu yaşam sürersin hayal uğruna,
Hürce cümbüş edene dil uzatırsın umutsuzca.
Gam yetmez mi artık, yaşama ferda için,
Şevket bir tek insanındır, kati inkâr niçin?

Akıl ile bul usulünü, düşme sapkın yollara,
Hür bir vicdan makbuldür senin batılındansa.
Zevkim kendimedir, tavrım bir tek insan için,
Farazi kanundan çok beşeriyetten çekin.

Aşk eylerim yalnız hakiki sevi duyduğumla,
Değişmem onu da hiçbir bigâne kadına.
Senin hukukunda aşk geçmez, bunu bilesin,
Ah be zavallı, benim işime mi zina dersin?

Senin hayrın yahut sevabın tamu korkusuna,
Benim tek kaygım, şad eder miyim bir insanı daha.
Mükâfat ile aşk olmaz, samimi değildir.
Karşılıksız eyleyenin hayrı hep vakidir.

Neticede kati gerçek, hararetim biçaredir,
Düşünmez ki, öyle gelmiş öyle gidecektir.
Bilirim ehemmiyeti yoktur bunlara hiçbir kelamın,
Yalnız salık verin, hayatımız hurrem kalsın!


TEFRİKÇİ















Fark eylemez bana şarklı yahut garplı,
İnsan güzel olduğu vakit teferruattır kalanı.
Seçenek yok iken nefret sence münasip midir?
Canı cana kışkırtmak, zinhar cinayettir.

Şad olacak kadar küçülme belirsiz kimliğinle,
Yalnız övün, sana ait muntazam emeğinle.
Aklı olandadır cananda üstünlük, bu aşikar,
Uyma fikrine tefrikçinin, o en büyük riyakar.

Doğduğun ırk ise şayet muvaffakiyetin,
Sana kim söz dinletmeye zahmet eylesin?
Sanır mısın ki ulusudur nişanesi kişinin,
Lügatında, insan insandır her güzel kimsenin.

Cildin, gözün renginin kalmaz ehemmiyeti,
Doğru olduktan sonra kişinin seciyesi.
İdrak edersin gerçeği, zihnini açarsan,
Aç da gözlerini bak, o da insan sen de insan!

AHMAK

















Ahmakla refah eylemez kulun hür aklı,
Mayhoş olur, cehverin var olan parıltısı.
Kaç kelam etsen boş gelir, o biçaredir,
Özünü bitap eylem, sorun sende değildir.

Ağzını açan adamdan namünasip şekilde,
Kime ne hayır gelmiş, çekilmez hiç sineye.
Gözümde avarenin yoldaşı, yine bir avaredir,
Canhıraş anlatsa derdini, mühim dahi değildir.

Masanın zevki sefası zinhar kaçar geldi mi,
Sanırsın bir şeyler var filhakika bildiği.
Amma hakikatte, kendisi boş bir tenekedir,
Konuştuğu havadisten haberdar dahi değildir.

Hukuksuz kati değiliz, bilmeniz lazım gelir,
Ancak aklın hukuku cezaya salık verir.
Sustuk ahmaklığa, bağlı elem ile ellerimiz,
Cenaze eyleyemedik madem görmezden geliriz.

BUSİDE




















Bir karanlık vakti idi, ruhum istedi yine seni,
Ellerimde saçların eksik, gönül hüzün eyledi.
Sabah olsun istedim, yüzün günüme doğsun,
Sensiz geçen tek saatim sittin kere haram olsun.

Tek korkum bakidir, senden ayrı düşmek,
Dayanamaz hecrin ateşine bu bitap yürek.
Bilir misin, sensizlik tahammül dahi edilemez.
Firar eyleme, bu aşk bu baştan asla gitmez.

Derya gibi gözlerin yalnız baksın bana,
Kokun yalnız bana tütsün, gitmesin başka yana.
Şu havadisin sonundan şer çıkmaz da zati,
Bilesin her şeye karşın seni hep seveceğimi.

Aşk bir deniz ise, okyanus olmalı kati adın,
Nerden geldin, a'mak-ı enzarın ile beni sarstın.
Sevilmek de sevmek de seninle güzeldir,
Bir buse konunca dudağıma, ruhum dirilir!

Huzuru benliğimin yerini buldu sayende,
Hicran edip de beni senden mahrum etme!
Kulaklarımda yalnız hoş sedan yankılansın,
Kalanına sağır olsam dahi, ''ah'' diyen yansın!

En naif şarabı içersin de bir tek onun tadı kalır,
İçtiğim tek güzel şarap, senin aşkındır.
Yazmak istedi akıl, verdi gönül buyruk,
Yalnız sensin, gönülde tek davetli konuk.

İnsan hata eder, bazen elem getirir sevdiceğe,
Pişmanlığın ateşi gelir ardından bütün benliğe.
İstemsiz yanılgılar, sancılar geçer gider elbet,
Bana mühim gelen, senle olmak ilelebet.

BİT YAVRUSU





















Bazısı gafletle pirüpak der her zevzeğe,
Lakin ben kanmam ki bu büsbütün pisliğe.
Yüzünden akar taşar o saf meymenetsizlik,
Sorarım sana, nedir sendeki bu hadsizlik?!

Gülme gözümün içine, ey havaperest adam,
Bendeki hiddetle yaşam bile sana haram!
Kelamının teki içten gelse bile amenna,
Sanma kâr kalır, sen gibi deyyusun yanına!

Feragât edemem seninle savaşmaktan,

Arada özüne bak da insanlığından utan!
Dünya pis ise bu denli, tamamı senden gelir,
Bu durumun faili katiyen meçhul değildir!

Belli olmaz halin zira dansöz gibi kıvırırsın,

Ey zavallı, bir bu yanda, bir şu yandasın!
Cehennem yalan, bu kati gerçektir biliniz
Lakin azabı baki yer olsa, olmazdı sensiz!

Fırıldak gibi dönerek herkesi seversin,

Ey sebeb-i fitne, sen kaç yüz kalplisin?
İşaretim tek bir yere, anla bit yavrusu,
Yüzünü görmek dahi istemem, kaçmış bütün nuru!