15 Temmuz 2015 Çarşamba

KÜLÜSTÜR BİR ADAMIN AKŞAM EĞLENCELERİ


Külüstür bir adamın akşam eğlenceleri,

Kendi kadar külüstür bir maziden beslenir.

Her akşamın sonunda meçhul biri seslenir.

Bastırır kimi zaman akıl almaz kederi,

Bu dipsiz kuyuların umut adlı neferi.

Dert semaya da varsa kıyısı unutuşun,

Alır götürür bizi, sanırsam ki bir efsun.

Külüstür bir adamın akşam eğlenceleri,

Biter bir tek nefeste, kalmaz geriye vakit.

Yoktur bilinmez yolda; ne pazarlık, ne akit.

Kimin günahıdır bu, kimlerin yanlışıdır?

Külüstür bir adama kalan talihsiz miras,

Bir gaddarın herkesi ağır kandırışıdır.

Külüstür bir adamın şu akşam hüzünleri,

Kumar masalarında gelmek bilmeyen bir as,

Yatak odalarında sönmek bilmeyen ışık,

Yalnızlığa ket vuran, dost görünümlü yastık.

Rengârenk donatılmış; arsız, zevzek duvarlar,

Külüstür bir adamı namussuzca kovalar.

Şimdi elini tutsa, palyaçodan bozmalar,

Külüstür bir adama, ne gibi faydası var?

Bulanık akşamların deli dolu aşkları,

Siz de iştirak edin, eksik kalmayın sakın!

Hücum edin beraber, benim düşmem pek yakın.

 

Külüstür bir adamın akşam eğlenceleri,

Kendi kadar külüstür bir maziden beslenir.

Her akşamın sonunda meçhul biri seslenir.

Bastırır kimi zaman akıl almaz kederi,

Bu dipsiz kuyuların ölüm adlı neferi.

Kucak açar acılar, her yokuşun sonunda,

Düşüverir hatıra dokunuşun sonunda,

Çocukluk günlerinin gizli, saklı elmas’ı.

Külüstür bir adamın anlaşılmayan yası,

Belki çıkar ortaya, bu yokuşun sonunda.

8 Nisan 2015 Çarşamba

ULVİYETE SESLENİŞ

Ne manaya gelir ki şu yalan sevmeler
Eksik kalsın aşkınız, bakiyse gitmek eğer
Derler ki bir bakışı bütün yaşama değer
Yanılgıdır efendim, haramdır dökülen ter

Tutuldum bir sevdaya, ne geceler yaşadım
Sanki ateşe koştum, kül oldum adım adım
Rüyam zehir zemberek, huzurum kaldı yarım
Uçup gitmek istedim, en diplere çakıldım

Göklerden istirhamım, ''Verin artık şu emri''
Sizlere yemin olsun, ruhum sabiden diri
Anlamak oldu bela, sen bari olma cimri
Kamçıyı indir başa, temizle tüm bu kiri

Hayrı yardan bilmiştim, cezayı ulvi senden
Tadacaktı her zevki acizden beter beden
Herkeslere sormuştum: ''Sevinciniz nereden?''
Sendin tanıyan beni, başından beri deren

Sancılı aklımdaki fikirler türlü türlü
Bir silkinsem, ayılsam; atsam ruhtaki külü
Soksam seni sineme, soksam beyaz sümbülü
Dinlesem, var olmadan, bahçelerde bülbülü

2 Nisan 2015 Perşembe

İKİŞER DİZE

MAHKUM REİS
İnsan dediğin mahluk kara kutuda hapis
Mahkumlardan en mahkum; ancak koğuşta reis

***

AR
İsterim ki insanda yalnız biraz ar olsun
Utandı mı yüzünde patlayan şamar olsun

***

ESKİ AZİZ İSTANBUL
Yenilik denen bela eyledi şehri viran
Bak aziz İstanbul'a, her yanı yerle yeksan!

***

KALPAZAN
Dört bir yanı sarmıştı arsızca yalan dolan
Anladım ki değmezmiş; çabama bu kalpazan

***

SİNSİ GAM
Saklandı kaç vakittir kalbimde gam sinsice
Söktüm attım düşmanı, ansızın malum gece

***

ANLAMAK
Sandılar ki suskunluk çok ağır bir kaybediş
Halbuki anlamaktır; maharet isteyen iş 

***

AKILCI SUSMAK
Sanır mısın uçuyor şu kuşlar keyfekeder?
Sanır mısın susuyor zayıflıktan şairler?

***

CESARETİN GAYESİ
Akıntıya ters gitmek, ne büyük bir cesaret
Yok artık bundan böyle, soylu ruha esaret!

***

DENSİZ ADIM
Karanfil bahçesine atarsam densiz adım
Kazınsın taştan dahi, kahpe uğruna adım!

***

YARDIM İSTEĞİ
Aşk denilen isteği, ancak böyle tekdüze
Nedenlerin nedeni, yardım eyle acize



 



15 Ocak 2015 Perşembe

NEREDESİN SEVGİLİM?

Neredesin sevgilim? Sabahın aydınlığından, gecenin karanlığına aklımdasın hep. Merhem ol diye beklemekteyim yaralarıma. Sararmış yaprakların arasında gözlerimden yaşlar boşalıyor, seni bekliyorum bütün benliğimle. Korkmuyor muyum? Korkuyorum elbet; fakat sensin umduğum tek medet. Dertsiz, tasasız uyumak istiyorum şefkatli kollarında. Gücüm tükendi, yalnızca bekliyorum artık. Kim seni benden çok sever de gelmemektesin hala? Hangi denizlerde hoyratça dolaşmaktasın? Her anımda gözümde, yüreğimde, aklımdasın. Ruhumun en karanlık köşelerini hayalinle dahi aydınlatıyorsun. Kim becerebilir ki bunu senden başka? Huzur saçıyor adının anılması ve kalbime ferahlık dolduruyor o saf güzelliğin. Denizde, şarapta, rastladığım her insanın yüzünde seni görür oldum. Sessiz çığlıklar atıyorum: Neredesin sevgilim?
 
 Gelmiyorsun yine de, yaralanıyor ruhum. Koşamıyorum kollarına, biliyorsun. Bu tamamiyle yalnız senin görevin. Tutacaksım elimden ve sileceksin benliğimi. Bunca ayrılık yetmez mi? Kavuşalım senin bağrında, bir olalım umursamadan. Ben hazırım hiç olmadığım kadar ve göze alıyorum her şeyi. Gel yeter ki! Neredesin sevgilim?

9 Ocak 2015 Cuma

ÖLÜM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Sonsuza kadar yaşamak istediğini söyleyen bir insanın aklından şüphe ederim. Ölüm, hayatı gerçek kılan tek şeydir.

Öleceğimi bilmesem nasıl yaşayabilirdim, bilmiyorum.

Ölümden korkan bir insanın özgürlükten bahsetmesi ne kadar ironik. Her gün karşılaştığımız türden bir saçmalık.

Asıl korkulan ölüm değil, geçiş evresi olmalıdır. Doğmadan önceki durumla, ölümden sonraki durumun herhangi bir farkı olduğunu düşünmemiz için hiçbir sebep yok.

Ölüm, insanları düşürmeden ya da yükseltmeden eşit kılan yegane şeydir. İşte, ''iyi'' sıfatı böyle bir kavrama yakışabilir.

Ölümü ''kaybetmek'' olarak görmek oldukça saçma. Varlığın temeli acıdır ve çaresi de ölümdür. Akıllı bir insan, hazza doğru gitmez, acıdan kaçınır. Dolayısıyla ölüm kavramını unutarak hayata sarılmak korkunç bir hatadır.

Hiçlik, karşı konulamaz bir özgürlüğü içinde barındırır. 

Herhangi bir şeye üzüldüğünüzde ölümü düşünün. Bu, kendinizi iyi hissetmeniz için gereklidir.

İntiharların tümünü aynı şekilde değerlendiremeyiz. Çok zayıf insanların ve çok güçlü insanların intihar edebileceğini düşünüyorum. İkinci sınıfta bulunan bir insana ancak saygı duyulabilir. 

Şayet ölüm olmasaydı, üstüne düşünebileceğimiz önemli bir vaziyet kalmazdı. Felsefenin varlığı, ölümün varlığına bağlıdır. 

Yakınınızda birisi öldüğünde, asıl üzüldüğünüz kimse ölen kişi değildir. İnsan doğası gereği, o kişiyi kaybettiği için kendine üzülür. 

Hayatın bir anlam kazanabilmesi için önce ölüm kavramının sindirilmesi gerekir. Onu yok sayarak yaşanılan hayattan anlam çıkması mümkün değildir. 

Herkes yalnız doğdu ve yalnız da ölecek. Hayatında, yalnızlığı tam olarak özümseyememiş bir insanın ölümden korkması oldukça normal bir vaziyettir.

Varlığını sorgulamayan kimseden, ölümü sorgulamasını istemek; emekleyemeyen çocuktan yürümesini istemek gibidir. Varlığını sorgulamadan normal karşılayan kimse, ölüme karşı boş fikirler besleyecektir. 

Yedikleriniz, giydikleriniz ve gördükleriniz ölüm taşırlar. İnsanın, bu durumda dahi ölümü unutması, budalalıktan başka bir şeyle açıklanamaz.


DELİLERİN ŞİİRİ VI

Ruhuma azametli bir sessizlik dolsun
Ak düşsün saçlarıma büsbütün
Yaklaşmasın kimseler yanıma
Aynı olsun yarın, dün ve bugün
Sormasın halimi, hatrımı kimseler
Hayat, nefes olsun vücudumda
Atayım her parçasını birer birer
İstemem hırs, haz, şehvet
Hatta tek isteğim var: Hiçbir şey istememek
Artık bitsin bunca yıllık esaret
Gökten düşse bir damla merhamet
Dar geliyor, bu genişlik bana
Anlaşılmak dahi istemiyorum bazen
Umut doğacak anlaşılmaktan
İnsanlığa yapılmış en büyük işkence
Maskaralığın doğduğu gece
İcat edilmiş bu büyük yalan
Hayalle beraber gelmiş olsa gerek
Ne de olsa aynı rezaletin parçaları
Söküp atmak bunları tek tek
İşte, tek çözüm bu olurdu ancak
Gitmek istiyorum dönmeksizin
Arkamda harabeler bırakarak


8 Ocak 2015 Perşembe

DÜŞÜNCELER II

 Toplumun kabul etmediği insanla, toplumu kabul etmeyen insan arasındaki farkı idrak etmek mühim bir meseledir. Birisi, asosyalliğinin bir sorun olduğunu düşünürken, diğeri sosyalliğinin sorun olduğunu düşünür. Birisi için tabu olan toplumdur; diğeri içinse tabu olan mutlak yalnızlıktır. İlki toplumun altında kalır ve toplum ona hasta gözüyle bakar. Diğeri ise toplumun üstündedir ve onlara hasta gözüyle bakar.

 Eğer içinizde hayata karşı olan istenç devam ediyorsa size gerekli olan sadece iki şey vardır: Sağlık ve güç. Günümüzde gücün neredeyse parayla eş manaya geldiğini söyleyebiliriz. 

Size mutluluğun parayla satın alınamayacağını söylerler ve bu doğrudur da; zira mutluluk bir yanılsamadan ibarettir. 

 Aşkın tek büyük faydası kendinizi tanımanız olacaktır. Aşk, size yolculuğunuzun bu bölümünde eşlik eder. Ancak kendinizi tanıdıktan sonra, artık yolları ayırmanın vakti gelmiştir.

 İnsanlar, genelde bir şeyin güzel taraflarını alırlar ve bir o kadar gerçek olan çirkin taraflarını unutmaya meyillidirler. Hala yaşayabilen bir insan dahi oldukça iyimserdir. 

 İnsan, bir noktada zavallılığını kabul etmelidir. O noktada başlayan sürece inanç adını koyarız. 

 Bir kimsenin güvenini kıracak bir hareket yaptığınızda -ki bu mutlaka gerçekleşecektir- artık geriye dönüş kalmamıştır. Hayatınızın sonuna kadar, kendiniz dahil olmak üzere, hiçbir şeye tam olarak güvenmeniz mümkün değildir.

 ''O'' dediğiniz insan size yazgınızın yolladığı mükemmelliyet değildir. Arayıştan bıktığınız saniyede sizin kutsallaştırdığınız herhangi bir kimsedir.



ÜNLÜ DÜŞÜNÜRLERLE BERABER AŞK ÜSTÜNE

 Öncelikle sizlerle birçok düşünürün farklı açılardan aşkla alakalı tespitlerini paylaşmak istiyorum. Daha sonrasında ise aslında neye işaret ettiklerini anlamak için hepsini tek tek inceleyeceğim. Birbirlerinden çok farklı çağlarda, farklı coğrafyalarda yaşamış bu insanların hangileri birbirlerini destekler türde tespitler yapmışlar? Yazıyı okumaya niyetiniz varsa eğer, öncelikle bütün sözleri dikkatle okumanızı öneririm. 

''Aşık olmayı denedim, hem de bir kez değil iki kez. İnanın bana korkunç acılar çektim. Ruhumun derinliklerinde, çektiğim acı ile alay eden bir ses işittiğim halde acı çekmeye devam eder, üstelik deli dolu aşıkmışım gibi kıskançlık krizleri geçirirdim. Bunların hepsinin sebebi can sıkıntısıydı baylar , emin olun can sıkıntısı.''
Fyodor Dostoyevski (Rus yazar)
 

''Farklı cinslerden iki eşit insanın görevi olarak tanımladığımız aşk, iki bireyin bedensel ve düşünsel yönlerden birbirlerini çekmesini, başkalarını dışlamasını ve birbirlerine karşı mutlak bir teslimiyetle yaklaşmalarını gerektirir.''
Alfred Adler (Freud ve Jung ile birlikte ''Derinlik Psikolojisi''nin kurucularından)

 ''Aşık olan herkes sonunda zevke ulaştıktan sonra olağandışı bir düş kırıklığı yaşayacaktır; ve bu kadar büyük bir özlemle arzuladığı şeyin diğer cinsel tatminlerden daha fazla bir şeye neden olmadığını görüp şaşkına dönecek, böylece kendisini bu ilişkiden fazla yararlanmış olarak görmeyecektir.''

 ''Aşk sadece türün hayatta kalması, soyunu devam ettirmesi ihtiyacıdır.''

 ''Mantıkla beslenmeyen şey mantıkla yönetilemez.''
Arthur Schopenhauer (Alman filozof)

 ''Aşk yoktur, libido vardır.''
Sigmund Freud (Psikoanalitik Kuramı'nın kurucusu)

 ''Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur.''
Jean-Paul Sartre (Fransız filozof)

 ''Aşk (bir başkasının mutluluğunu istemek olarak anlaşılan tanımını kastederek) aslında hiç doğal olmayan bir olgudur ki kendini nadiren tekrar eder; ruh yeniden bakire kalamayacak hale gelir ve bir başkasının ruhundaki okyanusa dalacak gücü yeniden kendinde bulamaz.''
James Joyce (İrlandalı yazar)

 ''Aşk bir deliliktir.''
William Shakespeare (İngiliz yazar)
 

''Aşk bile salt fizyolojik bir sorundur. Bizim öz irademizle hiç ilişiği yoktur. Gençler sadık kalmak isterler, kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler. Söylenecek söz bundan ibaret.''
Oscar Wilde (İrlandalı yazar)

 ''Aşk: Ciddi bir akıl hastalığı.''
Platon (Antik Yunan filozofu)

 ''Aşk kadının hayatında bütün bir romandır, erkekte ise yalnız bir bölümdür.''
Madame de Stael (İsviçreli kadın yazar) 

 ''Aşk konusunda yanlış seçimden söz etmek hatalıdır, zaten seçim varsa o yanlıştır.''
Marcel Proust (Fransız yazar)



''Ben şunu söylüyorum: aşkın tek ve yüce zevki, onun kötülük yapmak gerçekliğinde yatar. Ve erkek de, kadın da, tüm zevkin kötülükte bulunduğunu daha doğuştan bilir.”

''Kadın doğaldır, yani iğrenç.''
Charles Baudelaire (Fransız şair)

''Aşk iki iken bir olmak demektir.''
Victor Hugo (Fransız yazar)

''Benim hayalimdeki aşk, iki insanın birbirini sahiplenme duygusundan çok daha öte bir şey.''
Friedrich Nietzsche (Alman fiozof)

''Aşk, akıllı, aptal demeden tüm insanlara bulaşan bir hastalıktır.''
Albert Camus (Fransız yazar)

''Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aşka kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz.'' 
Francis Bacon (İngiliz filozof)

''Aşkı akılla yenmek mümkün değildir.''
Ivan Gonçarov (Rus yazar)

''Aşk bir kum saati gibidir; kalp dolarken beyin boşalır.''
Jules Renard (Fransız yazar)

 ''Tüm duygularımız ve tutkularımız rastlantı ve çıkarın eseridir ve bizim erdem, aşk, karşılık beklemezlik dediğimiz şeyler de hoşgörülerden başka bir şey değildir. Adalet aşkı nedir? Adaletsizlik ıstırabından korkmaktır. Aşk sahip olduklarımızın bizden alınması korkusudur. Aşk duyuların bir hummasıdır.''
La Rochefoucauld (Fransız yazar)

''Aşkın ilk soluğu mantığın son soluğudur.'' 
Antoine Bret (Fransız yazar)

''Gerçek aşk daima kişisel yarar duygusundan vazgeçme temeli üzerinde yükselir.''
Lev Tolstoy (Rus yazar) 
 

 AŞK VAR MIDIR? VARSA NEDİR?
 Bütün bu sözlerin ardından sorulması gereken ilk sorunun bu olduğunu düşünebilirsiniz en başta; lakin esaslı şekilde kafa yorulması gereken soru şudur: ''Aşk nedir?'' 
 Aşkın varlığı oldukça kesindir. Hatta hayatlarımızı büyük ölçüde yöneten kavramın kendisini yok saymamız oldukça yanıltıcı sonuçlara götürür bizleri. Hayat, genel itibariyle cinsel isteklerimiz üstüne kurulmuş bir oyundur. Beğenilme duygusunun iç dünyamızda gerçekleştirdiği güç hissi, bizim için oldukça değerlidir. Tam bu noktada Schopenhauer'e başvurmamız oldukça yerinde olacak. ‘‘İnsan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmalı.’’

 Aşkın Metafiziği adlı kitabına girişinde böyle bir ifade kullanıyor Alman filozof. O güne değin filozoflar, düşünürler aşkı değerlendirmiş olsalar dahi, hayatla olan ilişkisini tam olarak ele almakta eksik kalmışlardı. Günümüze geldiğimizde Schopenhauer'in ardından özellikle Freud'un çalışmalarıyla bu cinsel dürtüler, yani aşk, hayatımızda oynadığı rolüyle ön plana çıktı. Schopenhauer, yazdığı bu kitapta sanıldığının aksine aşkı hafife almak amacı kesinlikle gütmemiştir; aksine aşkın hayatımızın odak noktasında bulunduğunu özenle göstermiştir. Yukarıda okuduğunuz sözler arasında aşkı en net ve berrak şekilde ifade eden de gördüğünüz üzere kendisidir. Aşkın, kutsal bir tarafı olmadığını, hayvansal içgüdülerle neslin devamının sağlanması olduğunu açıklamıştır. Mantıkla yönetilememesini mantıkla doğmayan bir şey olmasına bağlamıştır ki, oldukça da haklıdır. Yani aşk, yaşamamız için bize verilen önemli gözüken bir motivasyon kaynağıdır; lakin duruma hakim olup, bütün resmin farkında olabilen bir insan için oldukça ilkel ve içgüdüsel hareketler bütünü olduğu gerçeği de sabittir.

 Yukarıda okuduğunuz bütün sözlerin başka bir sözle yahut fikirler bağlantılı olmasına dikkat ettim. Schopenhauer'in sert aşk tarifine dolaylı yoldan giden oldukça fazla düşünür var. Özellikle psikanalist olan Freud'un ''Aşk yoktur, libido vardır.'' tespiti çok manidardır. Freud'dan önce yaşamış ve bilimsel gelişmelerin aşkı açıklamaya yetmediği günlerde Schopenhauer gerçeğe çoktan hakim olmuştur. Aşkla alakalı bir şey okuduğunuz zaman, birçok otoritenin aşkı mantıktan uzak gördüğünü farkedersiniz. Bu, tesadüfi bir durum asla değildir ve bize sonuca gitmek adına oldukça doyurucu yollar sunar. Bacon, Bret, Shakespeare, Platon, Renard... Hepsinin sarf ettiği cümlelerde aşkın bilinçsizliğine vurgu yapılır. Shakespeare ve Bret hemen hemen aynı şeyleri söyleyip, aşık bir insanın zihinsel yetilerini kaybettiğini belirtmişlerdir. Platon da bunlara yakın şekilde, aşkı ciddi bir ruhsal hastalık sınıfında gösterir. Ancak benim özellikle dikkat çekmek istediğim cümleler Bacon'a ait olanlardır. Aşkın, hayvansal bir içgüdü olması ve mantıksızlıkla özdeşleşmesi sonucunda Bacon, büyük insana aşkı yakıştıramaz. Zira akıldan, mantıktan uzak; ilkelliğe kayan olgunun ta kendisidir aşk. Büyük işlere, büyük insanlara yakışmayacak olmasının sebebi de tam olarak budur.  

 Tam bu noktada farklı bir bakış açısına dönmemizin gerekli olduğunu düşünüyorum. Camus'un akıllı insanların da aşka tutulduğunu söyleyip, Bacon'un cümlelerine zıt düştüğünü görüyoruz. Cervantes'in ünlü ''Aşk, herkesi eşit kılar.'' cümlesindeki mana Camus'la Bacon'un arasındaki bağlantıdır. Aşk, herkesi eşit kılabilir çünkü akıllı bir insanın zihinsel işlevlerini düşürecektir. Sıfır noktasında herkesin eşit olduğunu algılıyoruz bu noktada. Cervantes, yargısında son derece haklıdır. Peki ya Bacon ve Camus'un zıt düştüğü nokta neresidir? İşte, bunu anlamak bizi son derece hayati olan soruya götürür. Camus, aklımızın bizi bu içgüdülerden, arzulardan kurtarabileceğine tam olarak inanmaz belli ki. Bacon ise üstünlüğe ancak bu yoldan gidilebileceğini açıklar. Ona göre; büyük ruh, aşk gibi salaklık barındıran, düşük bir istenci sonlandırabilecek kuvvete sahiptir. Benim fikrime göre Camus da, Bacon da ayrı ayrı güzel noktalara dokunmuşlardır. Aşktan tam manasıyla sıyrılmamız mümkün değil, zira hayatımızın odak noktasında bulunan bu zehrin etkisi vücudumuza ister istemez yayıldı; ancak bunu bastırabilmemiz ve görmezden gelmemiz ihtimaller dahilinde olabilir. Araya Proust'un sözleri de dahil olabilir pek ala. Zira bu konuda seçimin olamayacağını, şayet seçim varsa direk yanlış olacağını söylemiş Fransız yazar. Bu konudaki haklılığı tartışmanın gerçekliğini perçinliyor. Eğer insana aşka dair seçim bırakılmışsa, seçimini aşktan yana yapmayın en net biçimde yanlış olduğunun altını çizmiş. Sonuç olarak: Pek tabii ki aptal ve mutlu olduğunu zannederek ölmek isterseniz, buna hiç kimse müdahele edecek değildir. Aklı selim bir karar alacak insana ise tek tavsiye verilebilir: Farkındalık lanetlenmişlik manasına gelmez. Schopenhauer'in az şey isteyip, çok şey bilmeye dair felsefesini özümseyerek Bacon'un yürüdüğü yoldan elbette yürüyebilirsiniz. Unutmayın ki aptallık en büyük günahtır.

 Dostoyevksi'nin en başta okuğunuz sözüne dönmek istiyorum şimdi de. Az önce hayatımızın merkezinde gördüğümü belirttiğim duygu silsilesinin toplumun dayatmalarıyla beraber açtığı gülünç duruma işarettir bu cümleler. Mantığının su yüzüne çıktığı saniyelerde acısının gülünç olduğunu bildiği halde acı çekmeye devam eder. Bugün için dahi bu anlatım çoğumuzun durumunu en güzel ifadelerle açıklıyor. Hayatımızın anlamı olarak ifade edilmiş, hayatımıza motivasyon kaynağı olarak gösterilmiş aşk, şayet onu doğru anlamazsak bizi gülünç durumlara sokuyor. Deli dolu aşıkmışız gibi yaptığımız hareketler, psikolojimizin korkunç etkileri olarak her gün karşımıza çıkıyor. Kutsal hale soktuğumuz ilkel istençlerin, toplumun da etkisiyle bu boyuta gelmesi oldukça düşündürücü. 

 Baudelaire'nin ve Madame de Stael'in cümlelerinde de çok farklı yollardan aynı noktaya gitmişliği görüyoruz. De Stael, bir kadın olarak, aşkın kadında ömre yayılan bir kavram olduğunu söylüyor. İşte, tam bu noktada kadınların daha ilkel, yavan oldukları reddedilemeyecek bir biçimde açığa çıkıyor. Baudelaire de sanki bunu görürücesine kadının doğallığını belirtiyor. Aşk kavramına bariz şekilde daha yatkın olan kadınların iğrenç olduklarını defalarca eserlerinde söylüyor. Ona göre de; cinsel hazlar insanı kötüye, düşmüşlüğe götüren bir yol. Artık cinsel hazların, aşkı temsil ettiğini söylememe gerek yok diye düşünüyorum.

 Nietszche'nin bakış açısı ise bizi bambaşka bir yola sürükler cinsten. Belli ki aşk kavramını tekrar şekillendirmek istiyor Alman filozof. Aynı ahlaki değerlerin tekrar sorgulanmasını talep ettiği gibi. Şu an elimizde mevcut olan aşk kavramının düşüklüğünü kanıtlamasının yanı sıra, kendisi gibi bir üstünlüğe sahip insana bu düşüklüğü yakıştıramadığını da hissediyoruz.

 İki Fransız düşünürün ve Wilde'nin tespitleriyle devam edelim yolculuğumuza. Victor Hugo'nun ''Aşk iki iken bir olmaktır.'' cümlesine adeta cevap verir gibi yazmış Sartre. Hugo'nun da ifade ettiği bu çabanın nafile olduğunu tek cümleyle açıklıyor. ''İnsan kendi bilincine mahkumdur.'' diyerek. Bu bizi önemli bir sonuca götürüyor ki aşkın zihinsel manadakı bağlayacılığını reddediyor Sartre. Elimizde kalan da tabii ki yine salt fizyolojik bir sorun oluyor. ''İki iken bir olabilmek'' romantik ancak oldukça imkansız bir neden aşkın kutsallığı açısından. Wilde de salt fizyolojik problem olduğunu tekrar ediyor, kendine özgü bir örnekle. Hem de oldukça açık bir dille yazmış söylemek istediklerini. Aşk için sadık kalmak isteyen bir gencin bu durumdaki beceriksizliğinin bedenine bağlı olduğunu dolandırmadan anlatıvermiş. Ellerine sağlık!

 Son olarak da tüm bu yazıya hazırlanmadan önce kendi düşünce dünyamda bulduğum bir düşüncenin Adler'in sözlerinin bir kısmında yansımasını gördüğümü açıklayarak bitirmek istiyorum. Bizim kutsal diye tabir ettiğimiz aşkın -yani şu an elimizdeki kavramın değil- gerçekliliğinin sadece ve sadece dünyada iki kişi kalırsa yaşanabileceğini düşünüyordum. Adler'in sözündeki ''başkalarını dışlaması'' tabiri aklımda çoktandır bulunan bu düşünceyi harekete geçirdi. Akla yatkın, kutsal aşkın böyle ütopik bir durumda can bulabileceğini düşünüyorum. Bu da başka bir yazının konusu olsun.

   


7 Ocak 2015 Çarşamba

İSTANBUL'A MEKTUP

 İstanbul...

 Hayatımın en huzurlu anı şüphesiz ki senden ebediyen kurtulduğumu bildiğim an olacak. Ruhumu karanlıklar basıyor adeta seninle geçirdiğim her saniyede. Kolay da değil benim içim sana katlanmak. Hayatın zaten anlamsız olan koşuşturması senin sokaklarında akıl almaz bir hâl alıyor. Yürüyemiyorum sokaklarında ve zevk alamıyorum denizinden. Her köşen bana biraz daha bıkkınlık getiriyor sadece. Pek kıymetli eğitimime lanet ediyorum. Şimdiki aklım olsa tanışır mıydım seninle? Hiç zannetmem.

 Araba kullanmak çok rahatlatır aslında beni. Bunu İstanbul'da yapacağımı yalnızca tasavvur etmek bile beni derinden yaralıyor. Bu kadar sinirli bir adam olmam da payın büyük İstanbul. Küçük ama güzel bir şehirde büyümüştüm halbuki. Sen ise korkunç derecede çirkinsin. Bu süsünün, makyajının altında rezil bir fahişeden fazlası değilsin.

 Türkiye'nin merkezi diyorlar sana. Doğrudur. Bu karanlık memleketin hayata en ağır derece sirayet eden, en rezil odak noktasısın. Sana hayran olanlar var ya; beş kuruşluk akılları yok onların. Azıcık duyularını açan insan görecektir çarpıklığını, duyacaktır rezil gürültünü ve koklayacaktır tükenmişliğini. Yalnızca tramvayda, otobüste, kaldırımda geçecek on dakika kafidir özümsemek için bunları. Sahi on dakika sessiz sakin düşünen insan bile yok içinde. Unutmuşum, mazur gör.

 İçinde barındırdığin insanlar... Bir de onlar var İstanbul. Hayatın rezil karmaşasına düşmüş insanların var. Sabahtan akşama kadar düşünmeksizin koşuşturan o düşük varlıklar. Biliyorum, bu hâlinden dahi zevk alacak kadar zavallılar. Batı ve Doğu kültürünün en kabul edilemeyecek özelliklerini bir arada barındıran seni, baştacı yaparlar. Hayat, onlar için yavan, sığ bir koşuşturmaca. Ondan severler seni.

 Her yanın kokuşmuş yine İstanbul. Sokakta binlerce avare ve Boğaz'da binlerce züppe... Ne yapıyoruz biz diyen de yok kimse. Nasıl lanet bir yersen bilmiyorum, perde indiriyorsun gözlere. Dünya'nın en büyük tımarhanesi gibi adeta. Sanmam ki Yahya Kemal'in dizeleri bu haline yazılmış. Bugünki halinle seni seven insan, insanlıktan çoktan çıkmış.

 Tevfik Fikret'in gözünden görüyorum seni İstanbul. Tüm o ışıl ışıl görüntünün altında yatan dipsiz karanlığını görüyorum. İçindeki bütün her şeyle beraber ağır bir sisin altındasın. Doğan güneş de fayda etmez sana, yağan kar da.

 Kar demişken hazır, birkaç sözüm de o haline. Kar bile tutunamıyor artık sende, çamur halini alıyor. Milyonlarca insan müsvettesinin ayakları altında pisliğe dönüşüyor. Yağmur yağdı mı gözleri parlayan ben, senin yağmurundan dahi nefret duyuyorum. Yağmur, zarif bir hüznün sembolüydü benim için; ama senden geldi mi öfke kusuyorum artık. Trafik, sıkkınlık ve beni boğan kalabalık. 

 Eğlencelerin İstanbul... Korkunç gürültüden, tiksinç kalabılıktan ibaret eğlencelerin... İki dakika dahi huzuru barındıramazsın içinde. Göğe baktığım vakit yıldızları göremem. Sokaklarında, onca varlığa karşın insan göremem. Ruhumu hasta ettin, kurtulmam lazım senden. Yoruyorsun beni İstanbul. Bütün içindekilerle beraber üstüme üstüme geliyorsun. 

 İçinde geçen anılar... Al, onları da İstanbul. Onlardan da bana yok bir kâr. Hepsi senin olsun. Yeter ki kurtulayım artık senden. İçinde ne kadar rezalet varsa, benim anılarımı da onlara kat ve defol hayatımdan! Ne ben sende bir iz bırakayım, ne sen bende bir iz bırak! Kurtulduğum vakit senden, arkamı bir kez dönersem, acıma beni de yak!

 

ŞEHİR DEDİĞİN

Şehir dediğin saracak seni
Düştün mü tutacak elinden
Denizine sırdaş olacaksın
İçinde kaybolmayacak
Kendini bulacaksın

Şehir dediğin durulacak gece 
Ölüm gibi sakin olacak
Hüznünü alacak koynuna
Sahiplenecek seni

Şehir dediğin yoldaş olacak
Yağmuruna eşlik edeceksin
Tane tane akan gözyaşlarınla
O da her gözyaşına
Narin damlalar yollayacak
İncinmeyesin diye

Şehir dediğin çamura bulanmayacak
Yağmurunda, karında bulacaksın
O sonsuz dostluğunu
Seveceksin her saniyesini

Ve şehir dediğin çocuk olacak
Olacak ki özlemin bitsin
Kendini saf, güzel hissedersin

DÜŞÜNCELER


 Bana ''kadın düşmanı'' diyorlar. Bu, çok yanlış bir değerlendirme çünkü sadece kadınları, doğal sınırlarına çekilmeye davet ediyorum.

 Bugüne kadar terimleri bilmeden süperegonun ve egonun belirli seviyelerde idi bastırması gerektiğini düşündüm. Şimdi ise egonun süperegoyu ve idi yok etmesi gerektiğine inanıyorum.

 Bir konuda çok uzun süre kararsız kalmam çok zor, zira kadın değilim.

 Sanıldığının aksine kadınları anlamak kolaydır. Zor olan kısım şudur ki; neden böyle düşündüğünü anlamak. Düşünme sistemleri farklı, mantıktan uzak ve yavandır.

 Kadın, bütünü görmekten uzaktır. Bu sebeple felsefe, edebiyat gibi alanlarda herhangi bir başarısı söz konusu olamaz.

 İnsanlara istediklerini vererek anlık hakimiyetler kazanabilirsiniz. Sürekli hakimiyet içinse -en başta kendinizinkiler olmak üzere- korkulara hakim olmalısınız.

 Donanımlı erkeği zihinsel olarak tatmin edebilecek bir kadın çıkması imkansızdır. 

 Erkeğin yapması gereken ilk hareket şudur:  Hayvansal içgüdülerini durdurup, dikkat dağıtıcı unsur olan kadınlardan kurtulmalıdır. Eğer ilkel cinsel isteklerinden kurtulmayı başaramıyorsa Baudelaire'in dediği gibi ''Çekici ol ve sus!'' diyebilmelidir. Herhangi bir üçüncü ihtimalde vakit kaybı mutlaktır. 

 Hayat, güç sanatıdır. 

 Bilinçdışında gelişen olaylara karşı çaresiz olduğumuzu düşünmüyorum. Eğer dürtüyü tanıyabilirsek onu durdurmamız mümkündür.

 Tasvir edilen herhangi bir cehennemin Dünya'dan daha kötü olduğuna inanmıyorum. Belirsizlik en büyük azaptır.

 Bu zamana geldiğimizde Dünya'nın kötüye gittiğini görebiliyoruz. Şüphesiz ki bunun sebeplerinden bir tanesi de kadınların sosyal, toplumsal hayata hadsiz girişleridir.

 ''Erkeğin bekaret takıntısı, kıyaslanma korkusundan gelir.'' demiştir Schopenhauer. Sahiden de bunu önemli bir mesele haline getiren erkeğin elinde, hareketini mantıklı çıkaracak sebepler göremeyiz. Bilinçdışından gelen ve bazen süperegoyla desteklenmiş bir içgüdüdür. Bu günlerde tek sorun şu ki; bunun farkına varan insanlar, yolculuklarına devam etmeyip, aşkın da hayvansal bir içgüdü olduğunu anlamaktan yoksun kalıyorlar. İşte, bunlar mantığı istedikleri sınıra kadar kullanan zavallılardır.

4 Ocak 2015 Pazar

SAYGI VE SEVGİ


 ''Sevmen gerekmez ama saygı duymak zorundasın.'' cümlesini her birimiz hayatımızda duymuşuzdur. Peki, gerçekten saygı bu kadar hafif bir kavram mıdır ki sevgiye göre daha kolay elde edilebilsin? Kendinizi birine saygı duymaya zorlayabilir misiniz?

 Saygı, belli bir derecede hayranlık gerektirir. Karşınızdaki insanın en azından bir özelliğine hayran değilseniz, ona saygı duymanız imkansızdır. Rütbeler ya da görevler ise bu bir özelliğin içini dolduramazlar. Yani babanıza sadece babanız olduğu için, öğretmeninize öğretmeniniz olduğu için, sevgilinize sevgiliniz olduğu için, milletvekiline milletvekili olduğu için saygı duyamazsınız. Bunun tersini söyleyebilirsiniz ancak zihninizde böyle bir algı yer etmeyecektir.

 Saygının en önemli gerekliliği takdir etme duygusudur. Karşıdakine baktığınızda kendinizde görmek istediğiniz bir yanı olması ona saygı duymanız için en önemli gerekliliktir. Bu maddesel ortamda gerçekleşebilen bir şey değildir. Karşıdakinin gözlerini, dudaklarını beğenmeniz ona saygı duymanız için yeterli hayranlığı oluşturmaz. Bu sadece zihinsel olarak gerçekleşebilecek bir etkilenmedir. 

 Sevgi, tamamen duygusal bir olay olup mantık çerçevesinde gelişmeyen bir kavramdır. Yani saygı duymadığınız birini sevmeniz ihtimaller içindedir. Bu özellikle ailevi ve duygusal ilişkilerde kendini gösterebilecek zararlı bir durumdur. Size selam veren bir insanı dahi sevmeniz mümkündür. Zannedildiğinin aksine sevmek, saygı duymaktan çok daha kolay yapılabilir bir şeydir, zira zihinsel çalışma gerektirmez. 

 Sonuç olarak kimseye saygı duymak zorunda değilsiniz. Şayet gerekli şartlar sağlanmamışsa karşıdakine saygı duymanız size yalnızca zarar verebilir. Toplumun normlarını korumak için uydurulmuş olan ''saygı zorunluluğu'' kendinizi düşük hissetmenize yol açabilir.





3 Ocak 2015 Cumartesi

İNANMA BANA ÇOCUK

Seni çok sevdiğimi söylüyor muyum sana?
Söylüyorsam eğer
İnanma bana çocuk
Sevseydim eğer
Cezalandırmazdım seni en ağır şekilde
Hele ki hayatıma bir anlam katayım diye
Cehenneme atamazdım seni
Azıcık düşünseydim eğer
Yapamazdım bunu sana
Yerinde olsam çok kızardım bana
Evladıma en büyük acıyı
En anlamsız zevk ile verdim
Ne büyük utanç ama!

Her şey senin için diyor muyum sana?
Diyorsam eğer
İnanma bana çocuk
Seni sonsuz bir karanlığa fırlattım ben
Bir güvercinin kanatlarını koparıp
Uçmasını istemişim gibi
Ve uçamıyorsan eğer 
Bil ki kanatsız geldiğinden
Uzun uzun göklere baktığında
Söv durmadan yaşlı babana
Çünkü bu azap benden kaldı
Hiçliğinin zevkini bu zalim çaldı

Her şey güzel olacak diye uyutuyor muyum seni?
Yapıyorsam eğer
İnanma bana çocuk
Güzel olacağından değil, güzel olacak demem
Pek utanıyorum sana gerçeği anlatmaya
Nasıl derim yüzüne bakarak
''Biliyordum, yine de yaptım evlat''
Haliyle üç masal, beş yalan
Geçip gitsin diye hayat
Ninniler söyleyip başında
Kendime sövüyorum, heyhat!

Bir de ölüp gider miyim bunların ardından?
Arlanmadan, utanmadan
Gidersem eğer
Ağlama boşuna çocuk
Mezarın başında neden diye sor bana
Yaşarken cevaplayamadım
Ölümle anlatmaya çalışırım
Sen de anlarsın, zeki adamsın
Bir sırıtış kondurursun suratına
Vay be şerefsiz dersin!

Sözün özü çocuk
Seviyorum ki seni harbiden
Yazdım en baştan yalanları
Teşekkür edemeyeceksin belki ama
En iyi baba oldum şimdiden
Daha iyisi de gelmez kimsenin elinden








10 GERÇEK

Bir insanın büyük sevmesi için önce büyük nefret etmesi, büyük nefret edebilmesi için de büyük sevmesi gerekir.

Varlığın cezası acıdır, ödülü ise ölümdür.

Mutluluğu aramak zavallılık belirtisidir. Mutlu olduğunu iddia etmek içinse epey ahmak olmak gerekir.

İnsanların eşit olduğunu iddia etmek en büyük şarlatanlıktır.

Düşünmeden inananlar ve düşünmeden inanmayanlar birbirlerinden habersiz kardeşler gibidir. Aynı derecede aşağılık varlıklardır.

Aptallık en büyük günahtır.

Düşünen insanın göstereceği yerinde ve haklı bir kibir, ruh sağlığını koruması için gereklidir.

Huzur, ölüm gibidir ve güzeldir.

Kadının tek vasfı anneliktir. Bunun dışındaki herhangi bir çabası saçmadır.

İnsan doğadaki tek samimiyetsiz hayvandır.







BAY VE BAYAN KİMSE

Ben Bay Kimse
Sen Bayan Kimse
Bir hiçliğin iki yarısıyız
Başımız dönmekte
Biraz hayattan kalmayız
Beraberiz hiçbir yerde
Çoktan tanıştık ve henüz tanışmadık
Öyle bir aşk ki bizimkisi
Biraz komik, biraz üzgün
Kalbimiz zamansızlıkta sürgün
En büyük şairler bile
Yazamazdı aşkımızı seninle
Yakaladın ruhumu, çıkarttın göklere
Herkesin aradığı masalız biz
Sadece kavuşmamız imkansız
Hiçbir yerde, hiçbir zaman aşığız
Yolumuza çıktı akıl
Küstahça fırlattı hiçlik rüzgârına
Her geçen hüzünlü yıl
Yapıştı aşıkların boğazına
Uzat elini şimdi Bayan Kimse
Sanırım ölümsüzlüğü buldun
Bir hiçliğin iki yarısıyız
Sen Bayan Kimse
Ben Bay Kimse
Güzel bir masal oldun
Şayet şair yerse






SİGARA VE İNSAN


İki tip insanın sigara içtiğine inanırım. İlki kendini öldürdüğünün farkına varamayacak kadar salak olan; ikincisi kendini yavaş yavaş öldürmekten derin bir haz alacak kadar akıllı olan insandır.